ݺߣ

ݺߣShare a Scribd company logo
GÜÇLÜ ETKİLER
Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu
Oluşturma İşlevi
1930’ların sonuna kadar süren araştırmalarda,
iletişim araçları görüş ve inançları biçimlendiren,
yaşam alışkanlıklarını değiştirebilen, davranışların
yönlendirilmesinde etkin olan, hatta siyasal
sistemleri belirleyen önemli bir güç olarak
değerlendirilmekteydi. Bu görüşler bilimsel
araştırmalardan çok, basın, sinema ve radyonun
toplumun geniş kesimlerinde izleyicilerin ilgisini
çekmesinin deneysel gözlemlenişine dayanmaktaydı.
GÜÇLÜ ETKİLER
Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu
Oluşturma İşlevi
İletişim araçlarının bu denli güçlü olduğu varsayımı
reklamcılar, I. Dünya Savaşı’nda hükümet
propaganda görevlileri, gazete sahipleri arasında
destek bulmuştu. Kamuoyunun istenen biçimde
oluşturulabileceğine olan inanç, Walter Lippmann’ın
1922’de yayınlanan Public Opinion kitabından
etkilenmişti. Lippmann bu kitapta, dışımızdaki
dünya ve kafamızın içindeki görünümlerin ilişkisini
anlatmaktadır.
GÜÇLÜ ETKİLER
Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu
Oluşturma İşlevi
Lippmann’a göre, politik bir sorun olarak
uğraştığımız dünya ulaşılmaz, görünmez ve
akıldışıdır. Her birey ulaşamadığı dünyanın güvenilir
bir görünümünü kafasının içinde oluşturur.
Vatandaşların kafalarındaki bu görünümler
birleşerek kamuoyunu yaratır.
GÜÇLÜ ETKİLER
Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi
Kitle İletişiminin doğrusal bir süreç olarak işlediğini ileri sürenler
arasında klasik olarak kabul edilen, “kim, kime, neyi, nerede, nasıl
söylüyor” sorularını ortaya atan Harold D. Laswell iletişimin
işlevlerini üç bölümde incelemiştir:
1. Çevrenin canlılığını sürdürmek; haber ve bilgileri toplayıp
dağıtmak,
2. Toplumun Çevreye katılan kısımları arasında bağlantı sağlamak
3. Toplumsal mirasın bir kuşaktan diğerine aktarılmasını sağlamak
Laswell propagandanın geçerlik sağlaması için de belirli simgelerin
işlenmesiyle kolektif tavırların oluşturulması gerektiğini önermiştir
GÜÇLÜ ETKİLER
Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma
İşlevi
Bu dönem çalışmaları toplumbilimci ve psikologlarca
özellikle kamuoyu ve sinema üzerine ilk araştırmaların
yapıldığı bir dönemdir.
Özetle söylemek gerekirse “güçlü etkiler”, kitle iletişim
araçlarının kanı ve inançları biçimlendirecek, yaşam
alışkanlıklarını değiştirecek; iletişim araçlarını ve bunların
içeriklerini denetleyebilenlerin istekleri doğrultusunda
toplumsal davranışı az çok etkin biçimde yoğuracak güce
sahip olduğunu öne süren yaklaşımları ifade eder.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
“Güçlü Etkiler” yaklaşımı/dönemini izleyen yıllarda
kitle iletişim çalışmaları hız kazandı. Bu çalışmalar
daha önceki dönemin aksine deneysel araştırmalara
yer veren bir yaklaşıma sahiptir.
Bu yaklaşıma göre kitle iletişim araçlarının
inandırıcılık gücü kısıtlıdır. İletişim araçlarının etki
gücü sınırlıdır ve inandırma sürecine katkıda
bulunmakla birlikte, inandırma etkisinin tek nedeni
olmadıkları şeklindedir.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
Kitle iletişiminin güçlü etkiler modeli için deneysel
kanıtlama çalışmaları 1940’ların sonunda Hovland
ve arkadaşları, 1950’lerin başında ABD Ordu
Enformasyon ve Eğitim Bölümü, daha sonra da Yale
Üniversitesi’nin Tavır Değişikliği Merkezi
tarafından yapıldı. Bu çalışmalar aslında Amerikan
ordusunun II. Dünya Savaşı’nda karşılaştığı
sorunlara çözüm getirmek amacındaydı.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
Bu çalışmaların öne çıkan amaçlarını hatırlamak
gerekirse, ikna edici filmlerin askerler üzerindeki
etkisini değerlendirmek, ev kadınlarının ailelerindeki
yemek alışkanlıklarını değiştirmek, bomba atmakla
görevli bölüklerin tavırlarını ölçmek ve yeni askeri
bölüklere moral sağlamak gibi kısa süre içinde
etkileri görülebilecek amaçlar olduğunu ve bunun
fazla mekanik ve determinist bir yaklaşım olduğunu
düşünebiliriz.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
Hovland ve arkadaşları tavır değişikliğine yol açacak
iletici, iletiler ve izleyicilerin özellikleri ile ilgili
deneyler yaptılar. 1949’da tamamlanan bir araştırma
“Tartışmalı Bir Konuda Kanaat Değiştiriminde Tek
Yanlı Sunuma Karşı İki Yanlı Sunumun Etkisi”,
1945’te ordu personelinin savaşın sona ereceği
yolundaki iyimserliğe kapılması ve dövüşme güç ve
isteğini yitirmeye başlaması sorunu üzerinde
durulmaktadır.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
Söz edilen ikinci araştırmada askerlere, Nazizmin
tam olarak yenilebilmesi için daha yapılacak çok
işler olduğunu en etkin biçimde anlatmanın yolları
olarak “tek yanlı” ve “iki yanlı” sunum yolları
denenmiştir. Birinci yol sorunun yalnızca iyimser ve
kolay yanlarını ele alırken, ikinci yol sorunun iyi ve
kolay yanlarının yanı sıra karamsar ve zor yanlarını
da dile getirmiştir.
Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi
 
İncelemede elde edilen bulgulara göre, iletişimde 
bulunan “bildirimci”nin savunduğu görüşe baştan 
karşı olanlar, “iki yanlı sunum”a dayanan bir eğitim 
ve propagandadan daha rahat ve büyük ölçüde 
etkilenmektedirler.
Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı
Akış
 
1940 ve 1948 Başkanlık seçimlerini konu alan 
Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet’nin incelemeleri 
kitle iletişim araçlarının sınırlı veya pekiştirici 
etkileri modelinin temeli olmuştur.
 
Çünkü sürdürdükleri çalışma sonunda kitle iletişim 
araçlarının insanlar üzerinde doğrudan etkilerinin 
çok az olduğunu bulmuşlardır. 
Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı
Akış
 
Etkilenme daha çok var olan kanıların pekiştirilmesi 
ve çok az olan değişme ise kitle iletişim araçlarından 
değil, kişisel iletişim kaynaklarından (kanaat 
önderlerinden) etkilenme biçiminde olmuştur.
 
Sınırlı etkiler yaklaşımına göre kitle iletişim araçları 
var olan tavır ve davranışları pekiştiriyordu; çünkü 
izleyiciler seçici dikkat, seçici algılama ve seçici 
anımsama gibi çeşitli savunma stratejileri kullanarak 
kendilerini çatışmacı mesajlardan koruyorlardı. 
Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı
Akış
 
Lazarsfeld’in “iki aşamalı akış” kavramı bir 
toplumda kitle iletişim araçlarının hedef aldığı 
bireyleri doğrudan değil, bu bireylerin üyesi 
bulundukları gruplardaki “kanaat önderleri” yoluyla 
etkilediğini anlatmaktadır.
 
Kamuoyunun oluşumu sırasında kitle iletişim 
araçlarının yerini araştıran Herbert Blumer  da, 
Lazarsfeld’in bulgularını desteklemiş, kitle iletişim 
araçlarının toplumsal tartışma ortamı yaratmak 
yerine var olan ortak kanıları pekiştirdiğini ileri 
sürmüştür. 
Kanaat Önderi
 
Lazarsfeld’in çalışmaları sonucunda geleneksel 
psikolojik yaklaşım “uyaran-tepki” modelinin 
geçersizliği ortaya çıkmıştır.
 
Kitle iletişiminin iki aşamalı bir akış izlediğini öne 
sürmüşlerdir.
 
Toplumsal ilişkiler içinde, kişisel etki sahibi olanları 
“Kanaat Önderleri” olarak tanımlamışlardır. 
Kanaat Önderi
 
Kanaat önderi, arkadaşları tarafından belli bir 
konuda özel bir uzmanlığı kabul edilen kişidir. 
İnsanlar özgül bir konuda fikir ve öğüt almak için 
kanaat önderine başvururlar ama bu özgül konu
dışında onların kanılarını pek önemsemezler. 
Kanaat Önderi
 
Kanaat önderi etki altında kalan insanlardan birçok 
bakımdan farklıdır. Yapılan araştırmalar kanaat 
önderlerinin, etkiledikleri insanlara oranla daha fazla 
biçimsel eğitim görmüş olduklarını, daha zengin 
olduklarını, daha yüksek toplumsal statü sahibi 
olduklarını ve kitle iletişim araçlarını daha fazla 
kullandıklarını ortaya koymaktadır. 
 
Kanaat Önderi
 
Fakat tüm bu özellikler bir kişinin kanaat önderi 
olmasını sağlamaz. Yine de kanaat önderlerine 
ilişkin araştırmalar onların bu niteliklere sahip 
olduklarını ortaya koymuştur.
 
Kanaat önderleri etkiledikleri insanlardan farklı 
özelliklere sahip oldukları gibi, birbirlerinden de 
farklılık gösterirler.
Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı
Akış
 
Hovland ve arkadaşları ise kitle iletişimi etkilerinin 
zaman içindeki boyutu ve kitle içindeki bireylerin 
kişisel algılama özellikleri ile ilgilenmişler; ortaya 
çıkabilecek etkilenmelerin zamanla kaybolma 
eğiliminde olduğunu bulmuşlardır.
Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış
 
Sonradan kitle kültürü üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran 
Shils ve Janowitz, yine II. Dünya Savaşı sırasında 
propagandanın etkinliği konusunda Alman askerlerinin 
yabancı propaganda yayınlarına gösterdikleri tepkiyi 
incelemişlerdir.
 
Nazi ideolojisinin yanlışlığı yolundaki mesajların, birincil
grup dayanışmasının katı engelleri ile karşılaştığı 
sonucuna varmışlardır.
 
Bu çalışmalar, kitle iletişim araçlarının tek başına ve 
tamamen değiştirici bir etkiye sahip olmadığını, hatta 
etkinliklerinin de sınırlı olduğunu göstermişlerdir. 

More Related Content

Güçlü etki̇ler sinirli etki̇ler

  • 1. GÜÇLÜ ETKİLER Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi 1930’ların sonuna kadar süren araştırmalarda, iletişim araçları görüş ve inançları biçimlendiren, yaşam alışkanlıklarını değiştirebilen, davranışların yönlendirilmesinde etkin olan, hatta siyasal sistemleri belirleyen önemli bir güç olarak değerlendirilmekteydi. Bu görüşler bilimsel araştırmalardan çok, basın, sinema ve radyonun toplumun geniş kesimlerinde izleyicilerin ilgisini çekmesinin deneysel gözlemlenişine dayanmaktaydı.
  • 2. GÜÇLÜ ETKİLER Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi İletişim araçlarının bu denli güçlü olduğu varsayımı reklamcılar, I. Dünya Savaşı’nda hükümet propaganda görevlileri, gazete sahipleri arasında destek bulmuştu. Kamuoyunun istenen biçimde oluşturulabileceğine olan inanç, Walter Lippmann’ın 1922’de yayınlanan Public Opinion kitabından etkilenmişti. Lippmann bu kitapta, dışımızdaki dünya ve kafamızın içindeki görünümlerin ilişkisini anlatmaktadır.
  • 3. GÜÇLÜ ETKİLER Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi Lippmann’a göre, politik bir sorun olarak uğraştığımız dünya ulaşılmaz, görünmez ve akıldışıdır. Her birey ulaşamadığı dünyanın güvenilir bir görünümünü kafasının içinde oluşturur. Vatandaşların kafalarındaki bu görünümler birleşerek kamuoyunu yaratır.
  • 4. GÜÇLÜ ETKİLER Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi Kitle İletişiminin doğrusal bir süreç olarak işlediğini ileri sürenler arasında klasik olarak kabul edilen, “kim, kime, neyi, nerede, nasıl söylüyor” sorularını ortaya atan Harold D. Laswell iletişimin işlevlerini üç bölümde incelemiştir: 1. Çevrenin canlılığını sürdürmek; haber ve bilgileri toplayıp dağıtmak, 2. Toplumun Çevreye katılan kısımları arasında bağlantı sağlamak 3. Toplumsal mirasın bir kuşaktan diğerine aktarılmasını sağlamak Laswell propagandanın geçerlik sağlaması için de belirli simgelerin işlenmesiyle kolektif tavırların oluşturulması gerektiğini önermiştir
  • 5. GÜÇLÜ ETKİLER Kitle İletişim Araçlarına Yüklenen Kamuoyunu Oluşturma İşlevi Bu dönem çalışmaları toplumbilimci ve psikologlarca özellikle kamuoyu ve sinema üzerine ilk araştırmaların yapıldığı bir dönemdir. Özetle söylemek gerekirse “güçlü etkiler”, kitle iletişim araçlarının kanı ve inançları biçimlendirecek, yaşam alışkanlıklarını değiştirecek; iletişim araçlarını ve bunların içeriklerini denetleyebilenlerin istekleri doğrultusunda toplumsal davranışı az çok etkin biçimde yoğuracak güce sahip olduğunu öne süren yaklaşımları ifade eder.
  • 6. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi “Güçlü Etkiler” yaklaşımı/dönemini izleyen yıllarda kitle iletişim çalışmaları hız kazandı. Bu çalışmalar daha önceki dönemin aksine deneysel araştırmalara yer veren bir yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşıma göre kitle iletişim araçlarının inandırıcılık gücü kısıtlıdır. İletişim araçlarının etki gücü sınırlıdır ve inandırma sürecine katkıda bulunmakla birlikte, inandırma etkisinin tek nedeni olmadıkları şeklindedir.
  • 7. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi Kitle iletişiminin güçlü etkiler modeli için deneysel kanıtlama çalışmaları 1940’ların sonunda Hovland ve arkadaşları, 1950’lerin başında ABD Ordu Enformasyon ve Eğitim Bölümü, daha sonra da Yale Üniversitesi’nin Tavır Değişikliği Merkezi tarafından yapıldı. Bu çalışmalar aslında Amerikan ordusunun II. Dünya Savaşı’nda karşılaştığı sorunlara çözüm getirmek amacındaydı.
  • 8. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi Bu çalışmaların öne çıkan amaçlarını hatırlamak gerekirse, ikna edici filmlerin askerler üzerindeki etkisini değerlendirmek, ev kadınlarının ailelerindeki yemek alışkanlıklarını değiştirmek, bomba atmakla görevli bölüklerin tavırlarını ölçmek ve yeni askeri bölüklere moral sağlamak gibi kısa süre içinde etkileri görülebilecek amaçlar olduğunu ve bunun fazla mekanik ve determinist bir yaklaşım olduğunu düşünebiliriz.
  • 9. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi Hovland ve arkadaşları tavır değişikliğine yol açacak iletici, iletiler ve izleyicilerin özellikleri ile ilgili deneyler yaptılar. 1949’da tamamlanan bir araştırma “Tartışmalı Bir Konuda Kanaat Değiştiriminde Tek Yanlı Sunuma Karşı İki Yanlı Sunumun Etkisi”, 1945’te ordu personelinin savaşın sona ereceği yolundaki iyimserliğe kapılması ve dövüşme güç ve isteğini yitirmeye başlaması sorunu üzerinde durulmaktadır.
  • 10. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi Söz edilen ikinci araştırmada askerlere, Nazizmin tam olarak yenilebilmesi için daha yapılacak çok işler olduğunu en etkin biçimde anlatmanın yolları olarak “tek yanlı” ve “iki yanlı” sunum yolları denenmiştir. Birinci yol sorunun yalnızca iyimser ve kolay yanlarını ele alırken, ikinci yol sorunun iyi ve kolay yanlarının yanı sıra karamsar ve zor yanlarını da dile getirmiştir.
  • 11. Deneysel Çalışmalar ve Sınırlı Etkiler Dönemi   İncelemede elde edilen bulgulara göre, iletişimde  bulunan “bildirimci”nin savunduğu görüşe baştan  karşı olanlar, “iki yanlı sunum”a dayanan bir eğitim  ve propagandadan daha rahat ve büyük ölçüde  etkilenmektedirler.
  • 12. Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış   1940 ve 1948 Başkanlık seçimlerini konu alan  Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet’nin incelemeleri  kitle iletişim araçlarının sınırlı veya pekiştirici  etkileri modelinin temeli olmuştur.   Çünkü sürdürdükleri çalışma sonunda kitle iletişim  araçlarının insanlar üzerinde doğrudan etkilerinin  çok az olduğunu bulmuşlardır. 
  • 13. Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış   Etkilenme daha çok var olan kanıların pekiştirilmesi  ve çok az olan değişme ise kitle iletişim araçlarından  değil, kişisel iletişim kaynaklarından (kanaat  önderlerinden) etkilenme biçiminde olmuştur.   Sınırlı etkiler yaklaşımına göre kitle iletişim araçları  var olan tavır ve davranışları pekiştiriyordu; çünkü  izleyiciler seçici dikkat, seçici algılama ve seçici  anımsama gibi çeşitli savunma stratejileri kullanarak  kendilerini çatışmacı mesajlardan koruyorlardı. 
  • 14. Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış   Lazarsfeld’in “iki aşamalı akış” kavramı bir  toplumda kitle iletişim araçlarının hedef aldığı  bireyleri doğrudan değil, bu bireylerin üyesi  bulundukları gruplardaki “kanaat önderleri” yoluyla  etkilediğini anlatmaktadır.   Kamuoyunun oluşumu sırasında kitle iletişim  araçlarının yerini araştıran Herbert Blumer  da,  Lazarsfeld’in bulgularını desteklemiş, kitle iletişim  araçlarının toplumsal tartışma ortamı yaratmak  yerine var olan ortak kanıları pekiştirdiğini ileri  sürmüştür. 
  • 19. Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış   Hovland ve arkadaşları ise kitle iletişimi etkilerinin  zaman içindeki boyutu ve kitle içindeki bireylerin  kişisel algılama özellikleri ile ilgilenmişler; ortaya  çıkabilecek etkilenmelerin zamanla kaybolma  eğiliminde olduğunu bulmuşlardır.
  • 20. Seçici Algılama, Pekiştirici Etkiler ve İki Aşamalı Akış   Sonradan kitle kültürü üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran  Shils ve Janowitz, yine II. Dünya Savaşı sırasında  propagandanın etkinliği konusunda Alman askerlerinin  yabancı propaganda yayınlarına gösterdikleri tepkiyi  incelemişlerdir.   Nazi ideolojisinin yanlışlığı yolundaki mesajların, birincil grup dayanışmasının katı engelleri ile karşılaştığı  sonucuna varmışlardır.   Bu çalışmalar, kitle iletişim araçlarının tek başına ve  tamamen değiştirici bir etkiye sahip olmadığını, hatta  etkinliklerinin de sınırlı olduğunu göstermişlerdir.