4-pelvis ve perineum.pptxMustafaArkMDpelvis ve perineum anatomisi
keith moore ve arthur dalley klinik anatomi kitabından sadeleştirilerek hazırlanmıştır.
Mikrobiyoloji 3.hafta ders notlarıSenin BiyolojinMikrobiyoloji 3.hafta ders notlarıdır. www.biyoloji.pro adresinden tüm ders notlarına ulaşabilirsiniz.
EritrosityohanrushsykesEritrosit berfungsi mengangkut hemoglobin untuk transportasi oksigen dan mengatur reaksi antara karbon dioksida dan air. Jumlah sel darah merah per mm3 adalah sekitar 5.2 juta untuk pria dan 4.7 juta untuk wanita, dengan pembentukan terjadi di sumsum tulang pada orang dewasa.
4-pelvis ve perineum.pptxMustafaArkMDpelvis ve perineum anatomisi
keith moore ve arthur dalley klinik anatomi kitabından sadeleştirilerek hazırlanmıştır.
Mikrobiyoloji 3.hafta ders notlarıSenin BiyolojinMikrobiyoloji 3.hafta ders notlarıdır. www.biyoloji.pro adresinden tüm ders notlarına ulaşabilirsiniz.
EritrosityohanrushsykesEritrosit berfungsi mengangkut hemoglobin untuk transportasi oksigen dan mengatur reaksi antara karbon dioksida dan air. Jumlah sel darah merah per mm3 adalah sekitar 5.2 juta untuk pria dan 4.7 juta untuk wanita, dengan pembentukan terjadi di sumsum tulang pada orang dewasa.
Dibujo topográficoGracielarqEste documento describe diferentes tipos de mapas y su simbología, incluyendo mapas topográficos, ortofotomapa, mapas temáticos y planos catastrales. Explica que los mapas topográficos representan el relieve terrestre a escala y utilizan curvas de nivel, perfiles de terreno y simbología para mostrar características como montañas, valles y ríos.
3. KAN HÜCRELERİ Kan hücre ve sıvı kısımdan oluşmuştur. Kan şekilli elemanlar ya da kan hücreleri ile bu hücrelerin içerisinde yüzdüğü plazma adı verilen sıvı olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Şekilli elemanlar eritrositler ya da alyuvarlar, trombositler veya kanpulcukları ve lökositler(akyuvarlar) vardır. Kan dolaşım sistemi dışına çıktığında pıhtılaşır. Bu pıhtı şekilli elemanları içerir. Sarı renkli şeffaf bir sıvı pıhtıdan ayrılır. Bu sıvıya serum denir. Kan dolaşım sistemi dışına çıktığında pıhtılaşmasını önleyici maddeler(heparin, sitrat) eklendikten sonra santrifüj edildiğinde tabakalaşma gösterir. Bu özellik kanın heterojen özelliğinden gelir. Her bir birim hacimlik kan içerisindeki kümelenmeiş eritrositlerin hacim değerine hematokrit denir. Total kan santrifüj edildiğinde, hematokrit tüpünün üstünde kalan şeffaf, sarımsı renkte ve hafifçe kıvamlı sıvıya plazma denir. Tüpün altında briken şekilli elemanlar iki farklı tabaka oluşturur. Tüpün en dip kısmında yerleşen hücreler kanın yaklaşık %42 -47 sini oluşturur. Bu tabakada eritrositler bulunduğundan kırmızı renklidir. Bu tabakanın üstünde oluşan ikinci tyabaka çok ince olup tüpteki kanın %1 ini oluşturur. İkinci tabakada ise lökositler bulunur. Akyuvar tabakasının üstünde görülmeyecek kadar ince üçüncü tabaka bulunur. Bu tabakada trombositler yer alır. Kanın bu şekilde tabakalaşma göstermesi farklı yapılar içermesinden kaynaklanır.
4. Lökositler infeksiyonlara karşı vücudu korur. Bu hücreler vücutta kan damarı içerisinde bulunur. Gerektiğinde kan damarını terk edip dokulara geçer. Dokularda hızlı toplanır. Oksijen esas olarak eritrositlerdeki hemoglobine bağlanır. CO 2 ise hemoglobin olmak üzere eritrositlerdeki çeşitli proteinlere bağlı olarak ve plazmada çözünmüş olarak CO 2 ve HCO 3 olarak taşınır Plazma aynı zamanda besinleri alarak organizmanın farklı bölgelerine taşır. Kan hormonların hedef organlara götürülmesinde ve hücresel işlevlerin yerine getirilmesinde rol oynayarak organlar arasındaki kimyasal mesajların değiş tokuşunu yapar. Ayrıca vücud ısısının ayarlanması , asit baz dengesinin sağlanması ve osmatik dengenin sağlanmasında rol alır.
5. Plazmanın bileşimi Plazmanın % 90 nı sudur. Temel plazma proteinleri albümin, alfa beta, ve gama globinler ile fibrinojendir.albümin plazmanın esas proteini olup, kanın osmatik basıncının ayarlanmasından sorumludur. Gama globulinler immünoglobulinler olarak da isimlendirilen antikorlardır. Fibrinojen kanın pıhtılaşmasının son kademesin de gereken proteindir. Suda çözünmeyen ya da çok az çözünen bazı maddeler sulu plazma içerisinde albümin veya beta globulinlere bağlanarak taşınırlar. Lipidler plazmada çözünmezler ancak plazmadaki protein molekülllerinin hidrofobik kısımları ile bağlanırlar. Protein molekülleri suyu seven kısımlarda içerdiğinden , lipid-protein kompleksi suda çözünebilirlik kazanır. Bu şekilde lipidler plazmada taşınabilir.
6. Kan hücrelerinin boyanması Kan hücreleri bir damla kanın bir lam üzerine ince bir tabaka halinde yayılmasıyla hazırlanan kan yayma preperatı ile incelenir. Kan lam üzerine düzgün olarak yayılır ya da kurutulur. Kan yaymaları rütin olarak kırmızı(asidik) ve mavi boyaların özel karışımları ile boyanır.
7. Eritrositler Alyuvarlar nükleus içermeyen, oksijen taşıyıcı protein olan hemoglobin ile dolu hücrelerdir. normal şartlarda kesinlikle dolaşım sistemi dışına çıkmaz. Çoğu memelilerin eritrositleri alyuvarları nukelus içermeyip bikonkav disk şeklindedir. Bikonkav şekil eritrositlerin yüzey- hacim oranının yüksek olmasını sağlar. Bu şekilde gaz alışverişini kolaylaştırır.
8. Dolaşım kanındaki eritrositlerin sayısı normal değerin altında olursa bu duruma anemi adı verilir. Eritrosit sayısının normal değerin üstüne çıkmasına da eritrositoz ya da polisitemi denir. Polisitemi yüksek yerlerde yaşayan insanlarda fizyolojik bir uyum olarak ortaya çıkar. Polisitemi kanın kıvamını(vizkosite) arttırır. Eğer ağır bir polisitemi söz konusu ise vizkosite artışı kan kapilleri boyunca kanın akışını yavaşlatır. Hatta durdurabilir. Eritrositlerde çap değişiklikleri de gözlenir. Anizositoz oluşturabilir. Eritrositler sert yapılı olmadıkları için kanın vizkositesini düşürür. Eritrositin en dışında bir plazma zarı bulunur. Kolaylıkla saf olarak elde edildiğinden organizmanın diğer hücrelerine oranla en fazla incelenip yapısı hakkında en fazla bilgiye sahip olunan zardır. Hemoglobin oksijen taşıyıcı bir proteindir ve eritrositlerin asidik boyanmasına neden olur.
9. Hemoglobin molekülündeki kalıtsal değişiklikler bazı patolojik durumlara yol açar. Bu bozukluklardan en iyi bilineni orak hücre anemisidir. Bu kalıtsal bozukluk hemoglobin beta-zincirinin yapısından sorumlu genin DNA sında bir nükleotid mutasyonu (nokta mutasyonu) nedeniyle ortaya çıkar. Bu mutasyon glutamik asitin bağlanmasından sorumlu GAA üçlüsünün GUA üçlüsüne dönüşmesine neden olur. Sonuçta sentezlenmiş olan aminoasit zincirinde glutamik asitin bulunması gereken sıralamada valin aminoasiti yer alır. Buna bağlı olarak ta hemoglobinin normal yapısı bozulur. Bunun gibi tek bir amino asit değişikliği çok kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olur.
10. Oraklaşmış olan eritrositlerin esnekliği de azalarak yaşam süreleri kısalır. Buna bağlı olarak anemi ortaya çıkar. Orak şeklindeki eritrositlerin yoğunluğu da artmıştır. Eritrosit yoğunluğunun artması kanın kıvamını (vizkosite) arttırır. Kıvamlı olan kanın akım hızı kapillerden geçerken yavaşlar, hatta durabilir. Kanın akış hızındaki yavaşlama dokularda oksijen kıtlığına (anoksi) sebep olur.
11. Hemoglobin oksijene bağlandığında oksihemoglobin, CO 2 e bağlandığında karboksihemoglobine dönüşür. Bu tür bağlanmalar geri dönüşümlü olup tekrar ayrılma söz konusudur. Eritrositler bu yetenekleri sayesinde akciğerlerden aldıkları oksijeni dokulara, dokulardan aldıkları karbondioksiti de akciğerlere taşıyabilmektedirler. Hemoglobinin karbon monoksite bağlanmasıyla karboksihemoglobin meydana gelir. Bu tür bağlanmada hemoglobin CO gazından ayrılmaz ve sonuçta eritrositlerin O 2 taşıma kapasiteleri düşer.
12. anemi Kandaki hemoglobin miktarının normal değerinin altına düşmesi sonucıu gelişen patolojik bir durumdur. Çoğunlukla anemiler dolaşım kanındaki eritrositlerin nicel olarak azalması ile gelişmesine karşın, eritrosit sayısının normal olup, her bir eritrosit içeriği hemoglobin miktarının azalması durumunda da ortaya çıkar. Bu tür anemilere hipokrom anemi adı verilir. Anemi çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar bunlar arasında en sık rastlanan kan kaybı( hemoraji), eritrositlerin kemiklerin iliğinde yeterli oranda yapılmaması ve eritrositlerin yıkımında artma gibi eritrosit sayısının azaldığı durumlar ile genellikle alınan besinlerdeki demirin yetersiz olması gibi demir eksikliğine bağlı olarak yeterli miktarda hemoglobin içermeyen eritrositlerin üretilmesidir.
13. Kan iliğinde yapıldıktan kısa bir süre sonra kana verilen genç eritrositler rRNA içerirler. Eritrosit içerisindeki ağ görünümlü yapılara retikülosit denir. Retikülositler dolanım kanındaki eritrositlerin yaklaşık %1 ini oluşturur. Bu değer eritrositlerin kemik iliği tarafındaan günlük yenilenme oranını yansıtır. Bu oranda bir artma dolaşımda O2 taşıma kapasitesinin düştüğünü gösterir. Bu durum geçirilmiş bir kanama ya da yakın bir zamanda O2 basıncının düşük olduğu yüksek yüksek bölgelere çıkması gibi sebeplerden ötürü ortaya çıkabilir ve kanda daha fazla eritrosite gereksinim duymasına bağlı olarak eritrosit yapım hızının arttığını gösterir
14. Retikülositlerin olgun eritrositlere dönüşmesi 24-48 saat içerisinde olur.bu süre içerisinde retikülositler mitokondrilerini ribozomlarını ve bir çok stoplazmik enzimlerini kaybederler. Organellerin ve enzimlerin parçalanması lizozom enzimleri aracılığıyla olmayıp stoplazmada bulunan ATP ye bağımlı enzimlerin proteinler ve organelleri parçalamasıyla ortaya çıkmaktadır. Eritrositler için gerekli olan enejinin kaynağı glukozdur. İnsan eritrositleri dolaşımda yaklaşık 120 gün yaşar. Yaşlanan eritrositler kemik iliği ve dalaktaki makrofajlar tarafından fagosite edilir.
16. lökositler Akyuvarlar kanın daimi hücreleri değildir. lokositler dokulara göç ederek görevlerini yaparlar. Stoplazmada granül içeren lökositlere granülosit İçemeyenlere agranülosit adı verilir. Lökositler vücudun yabancı maddelere karşı hücresel ve hormonal yollarla korur.dolaşımda küre şeklinde ve hareketsizdir. Yabancı bir molekülle karşılaştıklarında şekil değiştirirler hareket ederler. Lökositler endotel hücrelerinin bağlantı yerlerinden geçerek dolaşımı terk ederler ve bağ dokusuna yerleşirler. Bu olaya diapedez denir. Bağ dokusu içinde bol miktarda lökosit bulunur ve bunlar bağ dokusunun normal hücresel elemanları olarak kabul edilirler. Kandaki lökosit sayısı yaşa, cinsiyete , fizyolojik koşullara göre değişir.
17. Nötrofiller Dolaşımdaki lokositlerin %60-70 ni oluşturur. 3-5 lob içerirler genellikle 3 lobludur. Nükleusları 5ten fazla loblanma gösteren nötrofillere hipersegmente nötrofiller denir. Bu durum genellikle yaşlı nötrofillerde görülür. Bazı patolojik durumlarda da genç nötrofillerde 5 yada daha fazla sayıda lob içeren nükleus görülür.
18. eozinofil İki lobludur. E.r , golgi konpleksi iyi gelişmiştir. Mitokondri sayısı azdır. Dolaşımda eozinofillerin artması eozinofili adı verilir. Budurum alerjik reaksiyonlarla ilişkilidir.
19. Bazofil Lökositlerin bir grubu olan granülositlerden olan bazofil, (sitoplazmik) granülleri bazik boyaları tuttuğu için böyle adlandırılmıştır. Fagositiktir , yani fagositoz yapabilir. Lökositlerin içinde en az miktarda bulunan tiptir, kandaki lökositlerin%0.5-3'ünü oluştururlar. Bazofiller histamin ve ihtiva eder, salıverebilirler
20. Lenfositler Lenfosit , bir lökosit (akyuvar) tipidir. Kanda dolaşan lökositlerin yaklaşık olarak yarısını oluştururlar. Pluripotansiyel kök hücrelerden ürerler. Kanda dolaşan lenfositler, alyuvarlardan biraz büyükçe oldukları halde yine de küçük hücre grubuna girerler.Ayrıca lenfosit bağ doku hücresi
21. Işık mikroskobu altındaki görüntülerine göre lenfositler, "büyük granüler lenfositler" ve "küçük lenfositler" adında iki ana gruba ayrılır. Lenfosit alt kümeleri, işlevsel olarak da görünüşleriyle bağıntılıdır. Hepsi olmasa da çoğu büyük granüler lenfosit, çoğunlukla doğal öldürücü hücreler olarak bilinirler. Küçük lenfositler iste T lenfositleri ve B lenfositleridir. Doğal Öldürücü Hücreler (Natural Killer), doğal bağışıklığın bir parçası sayılırlar ve konağın Tümörlere ve virüslerle enfekte olmuş hücrelere karşı savunmasında en büyük rolü oynarlar. Doğal öldürücü hücreler, tümörleri ve enfekte olmuş hücreleri, normal ve enfekte olmamış hücrelerden ayırabilmek için sınıf 1 denen yüzey proteinlerinin hücrelerdeki düzeyini algılarlar. Doğal öldürücü hücreler, interferonlar denen sitokinlere yanıt olarak işlevsel konuma gelirler. İşlevsel doğal öldürücü hücreler sitotoksik granüller salgılayarak hedef hücreleri öldürürler
22. T-Lenfositleri (Thymus Dependent), kanda dolaşan bütün lenfositlerin% 80'ini oluştururlar. Hücresel bağışıklıktan sorumludurlar.Ayrıca B lenfositlerin aktivasyonunda görevleri vardır.T lenfositler efektör hücre haline geldikleri zaman farklılaşarak Yardımcı ve Sitotoksik T lenfosit olarak görev yaparlar. B-Lenfositleri (Bursa Dependent) ise suyuk (humoral) bağışıklığından sorumludurlar.Antikor üretirler
23. Monositler Monositler vücuttaki akyuvarların yaklaşık%7'sini oluştururlar. 12-20 μm çapındadırlar. Kemik iliğinde yapıldıktan sonra kan dolaşımına geçerler. Yaklaşık birkaç saat içinde kan dolaşımından çıkıp dokulara girerler. Dokularda bu monositler ayrı makrofaj türlerine olgunlaşırlar.
24. Makrofaj dokularda bulunan monositlere verilen addır; her tür dokunun kendine özgü makrofajları vardır. Mikroskopik incelemede normal şartlarda, tipik at nalı benzeri çekirdekli görünürler.Fagositoz yetenekleri mevcuttur.Fakat bu özellikleri makrofajlara dönüştüklerinde daha güçlü olur. Monositler ayrıca, enfekte edilmiş vücut hücrelerini bağışanların yardımıyla imha edebilirler; buna () denir.Yangı fizyopatolojisinde oldukça önemli rolleri vardır
25. Trombositler Trombositler nükleus içermeyen disk biçiminde stoplazma parçacıklarıdır. Kemik iliğinde poliploid dev hücreler olan megakaryostler tarafından üretilirler. Trombositler kanın pıhtılaşmasını uyarıp kan damarlarındaki çatlakların onarılmasını sağlar. Kanın damar dışına çıkmasını engeller. Trombositler dolaşıma girdikten 10 gün sonra parçalanır. Trombositler, plazma zarının stoplazma içine doğru parmak şeklinde girmesiyle oluşan ve yüzeye açılan kanalikülar sistem adı verilen bir kanal sistemi içerir.
26. Trombositlerin dolaşımdaki ömrü 9-10 gündür. Daha sonra dalakta ayrıştırılır. (dalağın fonksiyonunda azalma veya yok olma) yüksek trombosit sayımlarına, (dalağın aktivitesinde anormal artış) düşük trombosit sayımlarına neden olabilir. Trombositler kollajen ile temas ettiklerinde aktive olurlar. Damarın içindeki endotel bir şekilde hasar gördüğünde altındaki kollajen (bağ dokusu) açığa çıkar, aktive olan trombositler kollajene bağlanır. Hasarlı bölge üzerine trombositler kümelenir ve trombotik tıkaç oluştururlar. Bunun (oluşan tıkacın) sonucu olarak da ihtiva ettikleri granüllerin içeriğini ortama boşaltırlar. Ortama boşaltılan bazı maddeler yüzünden trombositler birbirlerine bağlanırlar, yeni gelen trombositler hasarlı yüzeye bağlanmış trombositlere bağlanır. Ayrıca granüllerin içeriği ortama boşaldığında ortaya çıkan serotonin salınımı damar duvarındaki düz kasların kasılmasına neden olarak hasalanmış bölümden kan akımını engeller. Bunun nedeni serotonininin vazokonstrüktör olmasıdır. Ayrıca agregasyon sırasında trombositlerde yüksek oranda bulunan miyozin ve aktin filamentleri kasılarak oluşan tıkacı güçlendirirler. Trombositler plazmada bulunan fibrinojene ilave olarak fibrinojen salgılar. Bunun sonucu olarak pıhtılaşma sırasında daha çok fibrinojen fibrine dönüşürek, daha çok (trombosit ve diğer) kan hücrelerinin tutunacağı fibröz ağ oluşturur.