İl kısım Bahar\'daki sunumun özeti. İkinci kısımda da Neuro-Psychoanalysis\'de yayımlanmış bir makaleyi özetliyorum. Sonra da self psikolojisi ile ilgili birkaç slayt ekleeyceğim.
İnsan ruhuna yönelişTeknokolikerPsikiyatr Carl Gustav Jung'un İnsan Ruhuna Yöneliş adlı kitabın özetidir.
Ayrıca bilinç ve bilinçaltı kavramları üzerine bilgiler bulunmaktadır.
İyi Okumalar
http://www.teknokoliker.com/
ZİHİNSEL PSİKOLOJİ PERSPEKTİFİNDEN İRRASYONALİTE: DAVRANIŞSAL HATA VE YANILGILARCOSKUN CAN AKTANZİHİNSEL PSİKOLOJİ PERSPEKTİFİNDEN İRRASYONALİTE: DAVRANIŞSAL HATA VE YANILGILAR
çaltı ve Öğrenme Temel Bilgiler-1UniveristÖzetle, sol beyin (çoğu insan için) dil becerisini yönetir, doğrusal düşünür, detaycıdır mantıklıdır,sağ beyin ise sezgiseldir ve bütünü algılar, parçalara, detaylara zaman ayırmaz.
Beynin gizemi - horozz.netAdnan DanBeynin temelini oluşturan hipotalamus, insanın iştahını belirliyor. Beynin yöneticisi olarak da adlandırabileceğimiz ön lob sizin seçim yapmanızı sağlar
NLP PRAG EĞİTİMİ.pptx 1970’lerin başında Dr. Richard BENDLER ...ssuser24d490NEURO: Nörolojik zihin süreçleri.5 duyu organı ile insanın
çevresinden aldığı bilgileri kapsamaktadır
LINGUISTIC: Dil ve sözcükleri kullanma şeklimiz. Kişinin
kendisi ve diğer insanlarla iletişimini kapsar
PROGRAMMING: Öğrenilmiş ve amaçlarımız doğrultusu
nda yeniden programlanan düşünce ve davranışlarımız.
Hedeflere ulaşmak için iletişim ve sinir sistemini organize
etmektir
Beynin gizemi - horozz.netAdnan DanBeynin temelini oluşturan hipotalamus, insanın iştahını belirliyor. Beynin yöneticisi olarak da adlandırabileceğimiz ön lob sizin seçim yapmanızı sağlar
NLP PRAG EĞİTİMİ.pptx 1970’lerin başında Dr. Richard BENDLER ...ssuser24d490NEURO: Nörolojik zihin süreçleri.5 duyu organı ile insanın
çevresinden aldığı bilgileri kapsamaktadır
LINGUISTIC: Dil ve sözcükleri kullanma şeklimiz. Kişinin
kendisi ve diğer insanlarla iletişimini kapsar
PROGRAMMING: Öğrenilmiş ve amaçlarımız doğrultusu
nda yeniden programlanan düşünce ve davranışlarımız.
Hedeflere ulaşmak için iletişim ve sinir sistemini organize
etmektir
3. Literatür Centonze D, Siracusano A, Calabresi P, Bernardi G. The project for a scientific psychology (1985): A Freudian anticipation of LTP memory connection theory. Brain Res Rev 2004; 46: 310-314 Centonze D, Siracusano A, Calabresi P, Bernardi G. Long-term potentiation and memory processes in the psychological works of Sigmund Freud and in the formation of neuropsychiatric symptoms. Neurosci 2005; 130: 559-85 Kandel ER. A new intellectual framework for psychiatry. Am J Psychiatry 1998; 155: 457-469 Kandel ER. Biology and the future of psychoanalysis: A new intellectual framework for psychiatry revisited. Am J Psychiatry 1999; 156: 505-524 Iacoboni M, Molnar-Szakacs I, Gallese V, Buccino G, Mazzioatta JC, Rizzolatti G. Grasping the intention of others with own’s mirror systems. PLOS Biology 2005; 3(3): e79 Blass RB, Carmeli Z. The case against neuropsychoanalysis: On fallacies underlying psychoanalysis’ latest scientific trend and its negative impact on psychoanalytic discourse. Int J Psychoanal 2007;88:19–40
4. Biyolojinin psikanalize olası katkı alanları çdışı zihinsel süreçlerin doğası Psikolojik nedenselliğin doğası Psikolojik nedensellik ve psikopatoloji Erken yaşantılar ve zihinsel hastalıklara yatkınlık Önbilinç, bilinçdışı ve prefrontal korteks Psikoterapi ve beyinde yapısal değişiklikler Psikanalize yardımcı olarak psikofarmakoloji
5. A new intellectual framework for psychiatry. Am J Psychiatry 1998. Psikanaliz, “hala zihne dair en tutarlı ve entelektüel açıdan en doyurucu görüş”tür.
6. Freud 1) Neuron çalışmaları 2) Project for a Scientific Psychology – 1895 3) “Açıklamalarımız bir gün bu varsayımlarımızın kimyasal temelleri bulunana kadar geçerlidir.”
7. Proje’de sunulan iki kavramsal sıçrama bugün bile dikkati çekmekte: * Nöronlar arasında direncin varlığı * Öğrenmeyle bu direncin etkisinin modifiye edilmesi.
8. Freud’un “nöronlar kuramı” “ Bu yeni bilginin temel bir unsuru sinir sisteminin ayrı ayrı nöronlardan oluşmasıdır; bunlar dışardan bir madde aracılığıyla birbirleri arasında ilişki kurarlar ve biri diğerinde başka bir dokunun parçası gibi sonlanır. Burada belli iletim yolları önceden belirlenmiştir, öyle ki hücrelerin uzantıları (yada dendritler) yoluyla uyarımı alır ve akson yoluyla aktarırlar . ” O yıllarda kas ve sinir hücrelerinin elektrik ürettikleri biliniyordu. Bu yüzden Freud’un bir akım varsayımından söz etmesi şaşırtıcı değildir. Fakat, akımın diğer hücreye kimyasal olarak taşındığı ancak 20. yy başlarında gösterilmesine rağmen, Freud gene de “ temas bariyerleri nin” işleyişine dair bir kuram oluşturabilmişti.
9. Geçirgen Olan ve Olmayan Nöronlar ve Temas Bariyerleri İki farklı nöron kitlesi sinir sisteminde bağlantı kurdukları temas bariyerlerinin karakteristiklerine göre ayırt edilebilirler: Geçirgen nöronlar (φ) “ temas bariyerleri yokmuş gibi ” hareket ederler, böylece presinaptik nöronun uyarımı hiçbir dirençle karşılaşmaksızın postsinaptik nörona geçer. Geçirgen olmayan nöronlar (ψ) ise, tersine, “ niceliğin (Qη) güçlükle ya da kısmen geçişine izin verecek şekilde hareket ederler .”
10. LTP-Bellek İlişkisi Proje 'de Freud belleğin temsilini muhtemelen sinaptik düzeyde “ bir olayı izleyen kalıcı değişme ” olarak kuramlaştırmıştı: “ Bu nöronların (ψ nöronları) uyarım akışıyla kalıcı bir şekilde değiştiklerini, ya da daha çok, eğer temas bariyeri kuramını işe sokarsak, temas bariyerlerinin kalıcı bir değişme halinde olduklarını varsayıyoruz... bu değişme, temas bariyerlerinin daha fazla iletken ve daha az geçirgen hale gelmesi, yani, φ sisteme daha fazla benzemesine bağlı olmalıdır. Temas bariyerlerinin bu halini onların kolaylaştırma dereceleri olarak tanımlayacağız. Bu nedenle, belleğin ψ nöronları arasında bulunan kolaylaştırmalarla temsil edildiğini söyleyebiliriz .”
11. Haz İlkesinin Ötesinde “ Uyarımın bir pasajdan diğerine geçerken bir direnci aşması gerektiği ve direncin düşmesinin gerçekten de kalıcı bir uyarım izi (yani bir kolaylaştırma) oluşturduğu varsayılabilir. Dışarıdan gelen ve koruyucu kalkanı geçecek kadar güçlü olan bu uyarımlara “travmatik” diyoruz .” “ Eğer psikolojik terimleri fizyolojik ve kimyasal terimlerle değiştirecek bir konumda olsaydık, anlattıklarımızdaki eksiklikler muhtemelen giderek kaybolacaktı... Fizyolojinin ve kimyanın çok ilginç bilgiler kazandıracağını bekleyebiliriz ve onlarca yıldır sorduğumuz sorulara hangi yanıtlar verileceğini bugünden kestiremeyiz. Bunlar varsayımlarımızın eğreti yapısını tamamen ortadan kaldırabilecek türden olabilirler .”
12. Genlerin ikili bir işlevi vardır: 1) Güvenilir bir şekilde kopyalanabilen stabil kalıplar işlevi görür ( template function ). Bunu her hücredeki her gen yapar ve bu kalıp sosyal deneyimlerle değişmez. 2) Fenotipi belirler ( transcriptional function ). Yani ifade edildiği hücrenin yapısını, işlevini ve diğer biyolojik karakteristiklerini belirler. Her hücre her gene sahiptir, ancak belli bir hücrede bunların sadece bir kısmı (%10-20) ifade edilir, diğerleri bastırılır. Transcriptional işlevlerin düzenlenmesi çevresel etkenlere duyarlıdır ( epigenetic regulation ).
13. Gen ifadesinin toplumsal etkenler tarafından düzenlenmesi, beyin dahil bütün beden işlevlerini sosyal etkilenmelere açık kılar. Bu sosyal etkilenmeler beynin spesifik bölgelerinin spesifik sinir hücrelerinde spesifik genlerin değişerek ifade edilmeleri şeklinde biyolojik olarak içselleştirilir. Ve bu sosyal etkilenmelerden kaynaklanan değişmeler kültürel olarak aktarılırlar: kültürel evrim .
14. çdışı zihinsel süreçler Declarative (explicit): açık bellek (kişiler, yerler, nesneler) – medial temporal lob, hipokampus. Yeni anıları olmaz, fakat yeni algısal ve motor beceriler öğrenebilirler. Bu anılara procedural (implicit): örtük bellek diyoruz. Bu iki bellek sistemi sıklıkla birlikte kullanılır. Sürekli tekrar etmek, açık belleği örtük belleğe çevirebilir. Örneğin, araba sürmeyi öğrenmek başlangıçta bilinçli hatırlamayı gerektirir, ama sonunda otomatik / bilinçsiz bir motor aktivite haline gelir.
15. Bellek Açık bellek otobiyografik olaylar ve olgusal bilgiler hakkındaki bilinçli enformasyonu kodlar. İnsanlar, yerler, olgular ve nesneler hakkında bir bellektir. İfade edilmesi için hipokampus ve medial temporal lob gerekir. Örtük bellek motor ve algısal stratejilerin hatırlanması/yeniden çağırılması için kullanılan bilinçdışı bellektir. Spesifik duysal ve motor sistemler kadar serebellum'a ve bazal ganglionlara da bağımlıdır.
16.
17. Çocuğun ve annenin güvenli bir şekilde birbirlerine bağlanmaları çocuğun kendisiyle barışık olmasını, başkalarına karşı da temel bir güven duymasını sağlarken, güvensiz bağlanma anksiyeteyi güçlendirir. Burada anahtar kavramlardan biri, bu içsel representation 'ların gelişiminin çocuğun hayatının ancak belli dönemlerinde ortaya çıkabilmesidir. Eğer beynin ve kişiliğin gelişimi başarılı bir şekilde ilerleyecekse, bu kritik dönem lerde -ve sadece bu kritik dönemlerde- çocuk (ve onun beyni) responsive bir çevreyle etkileşime girmelidir (“yeterince iyi anne”).
18. Bowlby “ Bağlanma sistemi ”: Çocuk, duygusal ve davranışsal tepki paternlerinden oluşan bir sistem aracılığıyla bakıcısına belli bir yakınlığı sürdürmelidir. Bağlanma sistemi, açlık veya susuzluk gibi, çocuğun bellek süreçlerini organize eden ve onu anneyle yakınlık aramaya ve iletişim kurmaya yönlendiren, motivasyonel bir sistemdir. Evrimsel açıdan bağlanma sisteminin çocuğun hayat süreçlerini organize etmek için kendi olgunlaşmamış beyinleri yerine ebeveynlerinin olgun işlevlerini kullanmasını sağlayarak survival şansını artırdığı açıktır.
19. Bebeğin bağlanma mekanizması ebeveynin çocuğun sinyallerine emosyonel olarak duyarlı yanıtlarıyla “ aynalanır ” (mirrored). Ebeveynin yanıtları çocuğun pozitif emosyonel durumunu güçlendirir ve pekiştirir; ona rahatsız olduğunda güvenli bir korunma sağlayarak negatif emosyonel durumlarını azaltır. Tekrarlayan bu yaşantılar procedural bellek te çocuğun kendisini güvende hissetmesine yardımcı olan beklentiler (expectations) şeklinde kodlanırlar.
20.
21. Kendiliğin tanımı Kendiliğin sinirsel hiyerarşisi Kendinin farkında olmada frontal lobların rolü Disosiyatif bozukluklar Beden imgesi ve kendilik (ör, fantom uzuvlar) Sanrılı yanlış tanımalar (ör, Capgras) Aynada kendini yanlış tanıma Demansta kendilik Otizmde kendilik Depersonalizasyonda kendilik Düşlerde kendilik Psikoaktif ajanlar ve kendilik Meditasyon ve kendilik
22. Reference: Victor Manuel Andrade. Affect, thought, and consciousness: The Freudian theory of psychic structuring from an evolutionary perspective. Neuro-Psychoanalysis 2003; 5: 71-80
23. Dürtü: Zihinsel ile bedensel arasındaki sınırda yer alır. Kaynağı, temel biyolojik ihtiyaçlardan kaynaklanan içsel fiziksel uyarım halidir. Dürtünün ancak psişik temsilcileri psikoloji alanına aittir. Bunlar: 1) Duygulanım kotası (Quota of affect) 2) Temsilci (representation=idea)
24. DK: Nice, itici öğe, boşalıma yönelen uyarım enerjisi Temsilci: Nitel, enerjinin boşalmasının algılanmasıdır; haz ya da hoşnutsuzluk olarak hissedilir; algının bellek izleri şeklinde kaydedildiği duyumdur. Duygulanımlar bedenin içinde salgılayıcı ya da vazomotor araçlarla enerjinin boşalmasıdır (DK); bunlara hoş ya da hoş olmayan duygular (feelings) eşlik eder.
25. Temsilci (idea), DK'nın yatırım yaptığı (cathected) bir boşalımın algısının bellek izine karşılık gelir. Yani, DK'nın boşalımında yaşanan haz ya da hoşnutsuzluk hissinin (feeling) bellek izidir. Bu nedenle, temsilci (idea) bir boşalımın algısının anısı iken, duygulanım boşalımın kendisinin algısıdır. Bu temel algı belleği kaplayan duygulanımsal tonusla kaydedildiğinde, ilksel duygulanımsal yapıyı; zihnin tohumsal özünü oluşturur.
26. Bu ilksel duygulanımsal yapı, daha sonraki fikirsel (ideational) yapıların gelişeceği matristir. Freud: çdışı duygulanımlar yoktur. Fakat, Bd'nda duygulanımsal yapılar pekâlâ bulunabilir. O halde DY doğası bakımından ideaya benzer olarak düşünülmelidir.
27. DY, “hayatın icapları”ndan kaynaklanan haz ve hoşnutsuzluk hislerinin bütün psikeyi işgal ettiği sıralarda, yani hayatın başlarındaki ilk duygulanım yaşantılarının algılarına dair bellek izlerinden oluşan yapılar olarak düşünülebilirler. Bunun özellikle bedensel bir psike olduğu söylenebilir. Bu evrelerde bellek izlerini işgal eden DK o kadar yoğundur ki, anılar hemen hemen duygulanımın kendisine, yani boşalımlara karşılık gelmektedir.
28. Bu dönemin temsilcileri algı özelliğine sahiptir ve bunlara belli bir DK eklendiğinde, varsanılı doğada bir algı niteliği kazanırlar; dışsal bir doyum olmadığında bile içsel (salgısal ya da vazomotor) bir boşalım üretirler.
29. Fiziksel olgunlaşmayla ve iyi ve kötü yaşantıların birikmesiyle birlikte, DK giderek artan sayıda bellek izine, yani temsilciye yayılarak Freud'un Project'te “side-catheses” (collateral devreler) dediği associative devreler oluştururlar. Fikirsel (ideational) yapılar böylece genişler ve ilk evrelerin boşalmaya yönelik eğilimlerini frenlemeye başlarlar. Tamamen duygulanımsal boyutların egemen olduğu başlangıçtaki duygulanımsa-fikirsel yapılar yerlerini giderek fikirsel bileşenin gelişimine bırakır, böylece fikirsel yapıların daha başat olduğu yapıların çoğalmasına destek olurlar.
30. Sayısız kollateral devrelerin kurulması da ego denen örgütlenmeyi oluşturur. Dürtü enerjisinin giderek büyüyen bu temsilciler ağı boyunca yayılması, boşalıma yönelik itkinin gücünü azaltır. Serbest enerji böyle bağlı hale gelir.
31. Başlangıç evresi psişede şunlar arasında yaygın bir ayrımlaşmama ile karakterizedir: 1) duygulanımsal ve fikirsel yapılar 2) birincil ve ikincil süreçler 3) id ve ego
32. Duygulanımsal ve fikirsel yapılar ayrıldıkça, otomatik haz-hoşnutsuzluk düzenlemesi (regulation: birincil süreç) tedricen düşünceyle düzenleme (ikincil süreç) lehine yenilgiye uğrar. Ancak, bu geçiş ilkinin tükenmesi anlamına gelmez, sadece ikincinin egemen olması anlamına gelir, daha önceki süreçler de çalışmaya devam ederler. Önceki yapılar ego örgütlenemesi ne zaman zayıflarsa önceki güçlerine tekrar kavuşurlar (regresyon).
33. DK dürtünün nicel bileşeni olduğundan, tüm zihinsel fenomenler boşalmaya eğilim gösteren bu enerjiden etkilenirler. Bu nedenle, en fazla evrim göstermiş olan düşünce bile, duygulanım olarak tanınmayacak kadar zayıflamış bir şekilde de olsa, boşalımla sonuçlanır. Aslında düşünce, duygulanımsal bir basınç tarafından son noktada serbestleşmeye zorlanmış, zayıf ve eğreti bir boşalım olarak görülebilir. Damasio'nun beyin hasarlı hastalarla çalışmaları bunu doğrulamıştır.
34. Dürtü, tanım gereği, bir nesneyi içerdiğinden ve DK dürtünün bir bileşeni olduğundan, fiziksel boşalımın duygulanım şeklinde algılanması nesnenin algılanmasından ayrılamaz. Bu nedenle, DY'nın özünde var olan beden egosu nesneyle tohumlanmıştır; öznenin nesneyi kendi bedeni olarak algılamasına yol açan bir tohumlanma.
35. Zihin ağırlıklı olarak DY'lara dayandığı sürece bu durum sürer. Tedricen FY egemen hale geldikçe, yani biliş (cognition) geliştikçe, nesne giderek özneden ayrı olarak algılanır. Fakat DY tamamen ortadan kalkmayacağından, özneyle birlikte nesne temsilcisi ayrımlaşmamış halde her zaman var olacaktır.
36. Eğer bir duygu (emotion) spesifik bir beyin sistemini aktive eden belli zihinsel imgelerle bağlantılı bedensel durumdaki değişiklikler toplamı ise, bir duyguyu (emotion) hissetmenin (feeling) esası, bu tür değişmelerin devreyi başlatan zihinsel imgelere bitişik olarak yaşanmasıdır. Başka bir deyişle, hissetme (feeling), asıl bedene dair bir imgenin, bir yüzün görsel imgesi ya da bir ezginin işitsel imgesi gibi, başka bir şeyin imgesiyle üst üste gelmesine (juxtaposition) bağlıdır.
37. Hisler tenimizin içinde ne olup bittiğine bir göz atmamızı sağlarlar, çünkü o tenin anlık bir imgesi diğer nesne ve durumların imgelerinin üstüne biner (juxtapose). Bu biniş sayesinde beden imgeleri diğer imgelere bir iyilik ya da kötülük; bir haz ya da acı niteliği verirler.
38. Bu binişme/üst üste binme (juxtaposition) zihnin tohumsal özü olarak tanımlanabilir çünkü hem daha sonraki öznelerarası ilişkiler, hem de tüm motivasyonlar bu anlık süreçten çıkarak akıyor gibi görünmektedirler.
39. İlk biyoregülasyon biçimleri egemenken DK en kısa yolu (daha önceki doyumların temsilcisini) arar. Başka bir deyişle, bir ihtiyacın algılanması, onun enerjisinin daha önceki doyumun temsilcisine bağlanmasına neden olur; böylece bir varsanı yaratılmış olur. Varsanı da temsilciyi duygulanıma dönüştürür, çünkü bir isteğin doyurulması, bir boşalım olarak hissedilir.
40. Buna duygulanımsal-fikirsel yapı (affective-ideational structure) denebilir, çünkü daha önceki bir doyumun temsilcisine bitişen bir duygulanım boşalımının algısından oluşur. Varsanı fikirsel yapıdaki içsel dünyanın ilk tezahürüdür, çünkü mevcut bir dürtünün DK'nı daha önceki bir dürtünün doyumundan türeyen hazzın temsilcisinin içine (idea'ya) katar.
41. Varsanı ilksel duygulanımsal yapı kurulduktan sonra ortaya çıkan bir yaşantı olduğundan, ona duygulanımsal fikirsel yapı (DFY) adı verilebilir. Duygulanımsaldır, çünkü anlık haz arayışına karşılık gelir; fikirseldir, çünkü doğrudan boşalımdan değil, bir temsilciden çıkar. Bu, düşüncenin substratı olan spesifik fikirsel yapıların gelişiminde bir tür geçiş aşamasıdır. (Burada Freud'un düşünceyi varsanının ardılı olarak tanımladığını yeniden hatırlıyoruz.)
42. Ağırlıkla duygulanımsal olan yapılar, beden içindeki boşalımlara yoğun bir şekilde katılmalarıyla karakterize, bu yüzden beden egosunun temelidirler. DY ve DFY Freud'un şey-sunumları dediği temsilcileri, somut düşünceyi, muhtemelen Bd'nın çekirdeğini ve birincil süreci oluştururlar.
43. Nesnenin başlıca rolü öznenin hayatını korumaktır. Nesne kesinlikle gereklidir ve onunla pozitif bir ilişkiye sahip olmak hayatta kalmayla (staying alive) eşdeğerdir. Bu yüzden, varsanıların kullanılmasının üstesinden gelinmesi bir sağkalım (survival) projesi haline gelir. İstek nesneye doğru yönelir ve nesne her zaman var olmadığından, sağkalım projesi, isteklerin doyurulmasının sık sık geçici bir şekilde askıya alınmasını içerir. Başka bir deyişle, özne engellenmeyle başa çıkmayı öğrenmelidir.
44. Varsanıların üstesinden gelindi mi, isteme hali fantazilerin ortaya çıkmasına neden olur ve bu süreç varsanı ile düşünce arasında bir ara aşamadır. Fantazinin bir ayağı varsanıda, öteki ayağı gerçekliktedir; isteğin bir tür büyülü doyurulmasıdır. Ayrıca, aygıt fantaziler üreterek engellenmeyle başa çıkabilir. Aynı zamanda düşünce gelişerek isteklerin gerçek doyumuna yol açar.
45. Bir temsilci (idea) belli bir DK içerdiğinden, düşünce de küçük DK'ları kullanarak işlev görür. Bir düşünce bu amaca ulaşmak için aktive olmuş belli bir DK'nı, çok net ve tanımlanmış bir amacı aklında tutarak korumalıdır; aksi halde bir işe yaramayacak dolaşıp durmalarda kaybolup gidebilir. Aslında bütün insan eylemleri temsilcileri (idea) işgal eden DK'ndan türer, bu DK'larının büyüklüğü belli bir şeye, kişiye ya da ideale atfedilen önemi belirleyen şeydir.
46. O halde DK bütün insanlarda aynı doğadadır, sadece onun bağlantılı olduğu temsilcinin (idea) nitel etkeni değişir. Bir temsilci (idea) bir bellek izinden oluştuğundan, DK'nın değişmez, genetik olarak geçen öğe olduğu, temsilcininse (idea) kişinin nesnelerle duygulanımsal yaşantılarının öyküsüne bağlı olarak değişen etken olduğu çıkarsanabilir. Başlangıçta sadece duygulanımla işleyen düzenleme sistemi altında pozitif (hoş) duygulanım yaşantıları psikeyi güçlendirirken kötü (hoş olmayan) duygulanım yaşantıları güçsüzleştirir. Kötü yaşantılar kişinin hayatı tehdit eden durumları önceden görme kapasitesi için gerekli olduklarından, psike otomatik düzenleme sürecinin üstesinden gelmelidir. İyi nesnenin sağladığı pozitif yaşantılara duyulan güven, öznenin kötü yaşantılarla başa çıkmasını ve gelecekteki eylemlerini planlamasında onlardan yararlanmasını sağlar.
47. Haz-hoşnutsuzlukla düzenleme altında psike hoşnutsuzlukla başa çıkamazdı. Düşünceyle düzenlemeye uygun olarak işleyebilir hale gelmesi için hoşnutsuzlukla başa çıkmalıdır, çünkü bu düşüncenin öngörmesi ve akıl yürütmesi için gereklidir. Kötü yaşantıların bellek izleri korunur fakat tümüyle yeniden canlanmazlar. Ancak hafif bir anı şeklinde hatırlanırlar. Gelişiminin bu noktasında psike önemli ölçüde ketleme yeteneği geliştirmiş ve iyi yaşantılar sunan bir nesnenin bu sürece katılmış olması gereklidir. Bu nesnenin rahatlatıcı varlığı, özneye, belli bir zaman süresince engellenmeye dayanabileceği güvencesi verir.
48. Bunun için onun algılanması, yani, duyu organlarına ulaşması ve kendini bedensel olarak ifade etmesi gereklidir. Çağrışımsal ikincil süreç, bilince giden yolu, nesnelerin konuşmasının bellek izlerine bağlanmış hale gelerek bulmuştur. Konuşma, konuşma aygıtının kas sistemi tarafından hareket ettirilmesine bağlı, yani fiziksel bir süreç olduğundan, ikincil sürecin oluşturduğu düşünce sonunda affect’le aynı algılayıcı kapasiteyi üstlenebilmiş ve onlar gibi bilinçli hale gelmiştir.Bunun için onun algılanması, yani, duyu organlarına ulaşması ve kendini bedensel olarak ifade etmesi gereklidir. Çağrışımsal ikincil süreç, bilince giden yolu, nesnelerin konuşmasının bellek izlerine bağlanmış hale gelerek bulmuştur. Konuşma, konuşma aygıtının kas sistemi tarafından hareket ettirilmesine bağlı, yani fiziksel bir süreç olduğundan, ikincil sürecin oluşturduğu düşünce sonunda affect’le aynı algılayıcı kapasiteyi üstlenebilmiş ve onlar gibi bilinçli hale gelmiştir.
49. Konuşmanın fiziksel bir süreç olması somut olarak ortada olmayan nesnenin sadece bellek yoluyla değil, nesne tarafından söylenen seslerin tekrarı yoluyla da soyut bir şekilde var olmasını mümkün kılmıştır. Bellek ve nesnenin konuşmasının yeniden üretimi bu ikincisine, aslında ortada olmasa da, içsel olarak orada bulunma kapasitesi vermiştir.
50. Temsilcilerin (idea) birliği (association) ideational yapıları nesnenin anlam atfettiği yeniden üretilebilir seslerle bağlantılı hale getirerek duysallaştırmıştır – düşünce psişik nitelik kazanmıştır. Başka bir deyişle, içsel bir nesne; ve onunla birlikte, -dar anlamda söylersek- içsel, sanal, simgesel ve soyut- bir gerçeklik olarak psike yaratılmıştır. Sadece somut olarak, bir şey-sunumu olarak temsil edilmiş olan nesne, bir sözcük-sunumu olarak soyut temsilciye dönüşmüştür. Gerçeklikte var olmasa da, simgesel olarak var hale gelmiştir. İnsan türü bu noktaya ulaştığında, evrimsel seyrinin zirvesine de ulaşmıştır.
51. Evrim ekonomik bir şekilde gerçekleşir, mutasyonlar sadece organizmanın bazı kesimlerinde ortaya çıkar, diğer kısımlar önceden olduğu gibi kalırlar. Bu yüzden, hücrelerimiz diğer canlılarla aynı biyoregülasyon mekanizmalarına sahiptirler, fakat işlevleri farklı özelliklere sahip çok sayıda hücrenin birleşmesiyle (association) daha da gelişmiştir. Yapı ne kadar eskiyse, buna karşılık gelen tepki gösterme paterni de o kadar katı bir şekilde belirlenmiştir ve duygular, dürtüler ve içgüdülerde olduğu gibi, çevrenin etkisine o kadar az bağımlıdır.
52. Ego (fiziksel) olgunlaşma ve (psişik) gelişme süreçlerinden geçerken onun rolünü nesne oynar. Öznenin egosunun nesneyle karıştığı sıralarda aralarında bir özdeşleşme bağı ortaya çıkar; bu bağ zihinde sanki genetikmiş gibi silinmez bir damgayla işlenmiş olur. Süperegonun gücünün kökeni budur. Bu nedenle, egonun gelişimi Freud'un “başka bir kişiyle duygusal bağın en erken ifadesi”, “nesne kateksisinden daha önce” diye nitelediği bir özdeşleşme sürecini içerir.
53. Bu noktada Damasio'nun duygu (emotion) ile duygulanım (affect) arasında önerdiği ayrımın önemi görülebilir, çünkü (birincil) özdeşleşme sadece öznenin egosunun nesnenin egosuyla yürüttüğü bir şey değildir, aynı zamanda ve her şeyden önce duygulanımın işin içine girmesidir. Haz hissini (feeling) üreten bedensel boşalımı tetikleyerek bir ihtiyacı gideren bir nesne, bu duygulanımın bir parçası ve duygulanımsal yapının bir bileşenidir. DY'lar tedricen FY'lara yapılara dönüşür ve birincil sürecin yerini ikincil süreç alırken, nesne de sadece iyi duygulanımsal bağlantılar sunarak değil, öznenin zihnini oluşturması için gereken konuşmayı da sağlayarak bu geçişte rol alır.
54. Egonun genetik özelliklerinin (trait) gelişmesinin nesneye yaşamsal bir şekilde bağlı olmasının büyük anlamı vardır, çünkü nesnenin katılımı onun kültürde yer almasını ve ipso facto kişiliğin gelişimindeki toplumsal rolünü gerektirir. Ego türün genetik koşulu olduğundan, onun tam olarak gelişmesi ihtimaline ancak olası en iyi (sosyokültürel) koşullar sunulursa ulaşılabilir. Egonun örgütlenmesinde gereken associative bağlantılar ve nöral devreler göz önüne alınırsa, farklı sosyokültürel çevreler farklı egolar üretir. Bu yapılanmada duygulanımsal çevre ilksel etkendir.
55. Evrimsel bir bakış açısıyla bakıldığında Freud’un kuramının, zihnin, her ikisi de bir nesne ilişkisi bağlamında çalışan duygulanımın ve düşüncenin bir sentezi olarak anlaşılması için gerekli temel unsurları sağladığı görülebilir. Her ne kadar çıkış noktası dürtü kavramı ise de, bir dürtünün varsayılan bağımsız mevcudiyeti sadece didaktik amaçla bulunmuş bir çaredir, çünkü nesne dürtünün tanımının bir parçasıdır. Affective ve ideational yapıların ve bunların ilişkilerinin anlaşılması psikanalitik sürecin Freud tarafından egoyu geliştirip güçlendirmek şeklinde tanımlanan amacının açıklığa kavuşmasına da yardımcı olacaktır.
56. Ayrıca, bu ilişkinin daha iyi anlaşılması psikanalitik sürecin amacına, özellikle özdeşleşme alanında hatalı nesne ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkan duygulanımsal ve fikirsel yapıların oluşumundaki yetersizliklerin aktarımlarda yeniden üretilmesiyle ulaşıldığını göstermektedir. Aktarımlarda yeniden üretim bu süreçlerin iki farklı araçla çalışılmasını olası kılar: 1) Duygulanımsal (empatik özdeşleşme) ve 2) Fikirsel (yorumlar). Bunlar psikanalitik sürecin üzerinde durduğu iki ana sütundur.