Kulak Burun Boğaz Aci̇lleri̇confusetobscurKulak, burun, boğaz hastalıkları ile ilişkili patolojilere acil tıp kliniğinde sıkça karşılaşılır. Bu sunum size kısa bir özet sunmayı amaçlar.
Kulak Burun Boğaz Aci̇lleri̇confusetobscurKulak, burun, boğaz hastalıkları ile ilişkili patolojilere acil tıp kliniğinde sıkça karşılaşılır. Bu sunum size kısa bir özet sunmayı amaçlar.
Neoplasms of paranasal sinuses.....by Navas shareef p pNavas ShareefNeoplasms of paranasal sinuses...
very shortly typed...if you are using this to take class or anything please elaborate the details,,,,,,,
if u like this ppt ..pls hit like button..
Maxillary sinusmahmod3mmarThe document provides an overview of the maxillary sinus, including its:
1) Definition as the largest air-containing cavity in the maxilla that opens into the nasal cavity.
2) Anatomy as a four-sided pyramid with walls related to surrounding structures like the facial surface of the maxilla.
3) Functions such as warming inhaled air and enhancing facial growth.
It discusses the sinus's histology, blood supply, drainage through the ostium into the nasal cavity, relationships to nearby teeth, and clinical considerations regarding infections.
Maxillary sinus.pptx gauravGaurav SalunkheThis document provides an overview of the maxillary sinus, including its discovery, anatomy, development, functions, and associated pathologies. Some key points:
- The maxillary sinus was first discovered and illustrated by Leonardo da Vinci, but was described in detail by Nathaniel Highmore in 1651.
- It is a pyramid-shaped air space within the body of the maxilla. It is bounded by the zygomatic process, nasal surface, orbital surface, and alveolar process.
- Development begins in the newborn as a tubular structure, becoming ovoid in childhood and pyramidal in adults.
- Pathologies associated with the maxillary sinus include sinusitis, cyst
Maxillary sinus carcinomaHarsha YadavThe maxillary sinus is the largest and most commonly involved sinus in malignancies. Maxillary sinus carcinoma arises from the sinus lining and spreads locally through bone destruction and invasion of surrounding structures. Distant metastases occasionally occur in the lungs. Diagnosis involves radiography, CT scan, and biopsy. Treatment depends on tumor stage and may involve surgery, radiation therapy, or chemoradiation. Prognosis diminishes with increased stage, with a 5-year survival rate of 40-50% even with advances in multimodal therapy.
maxillary sinus seminarprinik12The document provides information about the maxillary sinus:
1. The maxillary sinus is an air-filled space located within the body of the maxilla bone that communicates with the nasal cavity.
2. It develops beginning at 12 weeks of gestation as an outpocketing of the nasal epithelium. The maxillary sinus is the first paranasal sinus to develop.
3. In adults, it has a pyramidal shape with its base forming the lateral nasal wall and its apex near the zygomatic bone. It is lined by ciliated pseudostratified columnar epithelium and contains seromucous glands.
Maxillary sinusdebashish karmakarMaxillary sinus is the largest of the paranasal sinuses. It develops from a shallow groove in the maxilla and reaches its maximum size by age 18. It has multiple walls and communicates with the nasal cavity via the osteum. Maxillary sinusitis can result from dental issues like periapical abscesses, cysts, foreign bodies or trauma. Odontogenic tumors and cysts can also involve the maxillary sinus. Care must be taken during dental procedures near the maxillary sinus to prevent oroantral communications.
Mesanenin Nadir Görülen KanserleriOğuzhan AyMesanenin nadir görülen kanserleri;skuamoz hücreli,adenokanser, nöroendokrin kanser ;klinik özellikleri,tedavisi;olgu örnekleriyle birlikte.
yayhyayre
Burun ve paranazal sinüs, nazofarinks kanserleri (fazlası için www.tipfakultesi.org )
1. SİNONAZAL MALİGNİTELER
Nadir görülürler.
Başlangıç semptom ve bulguları benign
patolojilerden ve inflamatuvar hastalıklardan
kolayca ayırt edilemez.
Özellikle beyaz ırkta 50-70 Y erkeklerde daha sık.
E/K yaklaşık 2/1 dir.
Başlangıç bulguları genellikle spesifik değildir.
Kranial nöropatiler, yüzde şişlik ve epistaksis gibi
hastalığı düşündürecek özel bulgular sıktır.
2. PNS tm lerinin çoğu ( başta yassı epitel hücreli karsinom )
maligndir.
Maksiller sinüs en sık tutulan bölge olup bunu burun boşluğu,
etmoid sinüsler ile frontal ve sfenoid sinüs ( % 1) takip eder.
PNS tm lerinin % 44 kadarında mesleksel ekspojur ile ilişki
Bu meslekler nikel, krom, isopropil yağlar, volatil hidrokarbonlar,
ağaç, ayakkabı ve tekstil sanayi olarak sayılabilir.
İnsan papillomavirüs 6 ve 12 nin de ilave faktör olarak saptandığı
çalışmalar vardır.
Bu virüsler invert papillomlarda % 24, yassı epitel hücreli
kanserlerde de % 4 oranında saptanmıştır.
Nikel işyerlerinde çalışanlarla yassı epitel hücreli karsinom, odun
talaşı ve deri tabaklama ile uğraşanlar ile adenokarsinom arasında
Sigara içimi ve alkol kullanımı ile sinonazal malignansiler arasında
kesin bir ilişki kurulamamıştır.
3. KLİNİK
Benign ve malign patolojilerin başlangıçta
birbirine benzer klinik tablolar sergilemesi malign
hastalıkların tanınmasında önemli gecikmelere
yol açar.
Malign hastalıkların, ilk semptomların ortaya
çıkışından tanınmalarına kadar geçen süre
ortalama 6-8 ay
Erken tanı, sinonazal semptomların uygun ve
yeterli bir tıbbi tedaviye rağmen düzelmemesi
durumunda malignansiden mutlak olarak
şüphelenilmesi ile mümkün olabilecektir.
4. MAKSİLLA KANSERLERİNDE SEMPTOMLAR
NAZAL % 50 Burun tıkanıklığı, akıntı, epistaksis, burunda
kitle
ORAL % 25-35 Üst çene dişlerinde hassasiyet, ağrı, trismus,
damakta ve alveoler kenarda dolgunluk,
ülserasyon
OKÜLER % 25 Orbitanınyukarı doğru itilmesi, tek taraflı göz
yaşında artma, çift görme, göz kapaklarında
şişlik, ekzoftalmus
FASİYAL İnfra orbital sinir hipoestezisi, yanakta şişlik,
ağrı ve yüzde asimetri
OTOLOJİK Nazofarinkse uzanıma bağlı seröz otitis media
ve işitme kaybı
5. İleri evre hastalıkta sinonazal kanserlerin klasik
üçlü bulgusu ortaya çıkar;
1) Yüzde asimetri,
2) Ağız boşluğunda gözle görülebilir veya palpe
edilebilir üöal kitle,
3) Anterior rinoskopide burun boşluğunda kitle
gözlenmesi.
Bu üç bulgunun tamamı hastaların % 40-60 ında
en az bir tanesi de % 90 ında tanı esnasında
mevcuttur.
6. Tam bir KBB muayenesi yapılması gerekir.
Tüm sinonazal, oküler ve nörolojik sistem detaylı bir şekilde
incelenmelidir.
İnfraorbital sinir hipestezisi, diplopi, proptozis ve dişlerde
sallanma, düşme olup olmadığı araştırılmalı,
Yeterli bir topikal anesteziyi takiben nazal endoskopi ile devam
edilmelidir.
Nazal endoskopide, özellikle kolayca kanayan lezyonlar olmak
üzere, saptanan her şüpheli dokudan biyopsi yapılmalıdır.
Biyopsinin doku bütünlüğü bozulmamış iken alınacak
radyolojik incelemelerden sonra yapılması daha uygun bir
yaklaşım olacaktır.
Maksiller sinüs neoplazmları antrostomi veya naso-antral
pencere yoluyla alınmalıdır.
Caldwell-Luc yaklaşımı ile biyopsi, gingivobukkal mukoza ve
yanak cildine üö ekimine yol açabileceği için önerilmez.
7. RADYOLOJİ
Gerçek uzanımlarının belirlenebilmesi için radyolojik
incelemeler şarttır. Düz grafiler bu amaç ile bugünlerde
yerini BT ve/veya MR görüntüleme yöntemlerine
bırakmışlardır
Genel bir kaide olarak benign lezyonlar komşu kemikte
itilme, kalınlaşma gibi yeni şekil veren bir görüntüye yol
açarlarken, malign üöler kemik destrüksiyonu söz
konusudur.
Elbette tüm malignansilerde mutlaka kemik destrüksiyonu
beklenmesi doğru bir yaklaşım olmaz.
BT kemik patolojileri özellikle orbital duvarların
incelenmesinde,
MR görüntüleme de yumuşak doku uzanımlarının
değerlendirilmesinde, mukus-üö ayırımının daha doğru
olarak yapılabilmesinde yararlıdır.
Gadolinum destekli MR ile değerlendirmenin gücü
artırılabilir.
9. Burun ve paranazal sinüslerde üç değişik
schneiderian papillom gelişebilir
Bunlar; invert, fungiform ve silindirik
papillomlardır.
Fungiform papillomlar vakalarin % 50 sini
oluşturur ve genellikle septumdan gelişir,
tıkanıklık ve kanamaya yol açarlar.
Silindirik papillomlar vakaların % 3 ünü
oluşturur ve burun boşluğunun yan
duvarlarında ve sinüslerde yer alırlar.
10. İnvert papillomlar vakaların % 47 sini oluşturur.
Orijinleri orta meatus hizasında yan duvarlardır.
Nüks etmeye eğilimlidirler, lokal olarak destrüktif
seyir gözlenebilir
% 2-4 oranında malignansi ile birliktedirler.
Hemen daima tek taraflı olan bu lezyonların
tedavisi cerrahi olup en sık uygulanan ve altın
standart olarak kabul edilen yaklaşım şekli
medial maksillektomidir
Son zamanlarda endoskopik eksizyon önerenlerin
sayısında bir artış gözlenmektedir.
11. FİBRÖZ DİSPLAZİ kemik dokusunun kollajen,
fibroblastlar ve osteoid materyel ile değişmesi ile
karakterize bir hastalıktır.
Genellikle 20 yaş altında görülür. İlgili kemikte
şişlik ile kendisini gösterir.
Tek bir kemiği ilgilendiren monostotik veya
yaygın kemik tutulumları ile giden poliostotik
formları vardır.
Ayrıca McCune-Albright sendromu ile birlikte olan
şekillerde yaygın iskelet tutulumu ile birlikte, cilt
pigmentasyonu ve erken puberte söz konusudur.
Baş boyun bölgesinde en sık tutulan kemikler
maksilla ve mandibuladır.
12. Tedavide cerrahi ileri şekil bozukluğu,
fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda söz
konusudur.
Kozmetik kontur sağlanması, fonksiyonun
yeniden kazandırılması gibi işlemleri
kapsar.
Radyoterapi malign taranformasyona yol
açabileceği için kullanılmamalıdır.
13. YASSI EPİTEL HÜCRELİ KARSİNOM.
YEH li karsinom maksiller ve etmoid sinüs
malignansilerinin % 80 ini oluşturur.
Maksiller sinüsler % 70, nazal kavite % 20 geriye kalan
kısımda burun boşluğunda olmak üzere rastlanır.
Frontal ve sfenoid sinüsten başlangıç son derece
nadirdir.
Hastalık daha ziyade erkeklerde ve 60 yaş üzerinde
gözlenir.
Tanı aşamasında hastalığın sinüs dışına yayılmış olması
hemen daima bir kaidedir.
14. Hemen hemen % 90 vakada en az bir sinüs
duvarında tutulum vardır. (başlangıç bulgularının
bu bölgenin benign patolojilerinden kolaylıkla
ayırt edilememesinin önemli bir rolü vardır).
Rejyoner yayılım varsa maksiller sinüsler için bu
submandibuler (I) bölgede, etmoid sinüsler için
II. bölgededir.
Nazofarinkse doğru uzanımda retrofaringeal lenf
nodları ve oradan juguler ve spinoaksesuvar
zincirlere akım olabileceği dikkate alınmalıdır.
Prognozun belirlenmesinde üö
diferansiasyonundan ziyade üöün büyüklüğü
ve uzanımları daha önemli bir parametredir
15. Adenoid kistik karsinom.
Adenoid kistik karsinom oral kavite ve üst
solunum yolları mukozasında dağılı bulunan
minör tükrük bezleri ve muköz bezlerden gelişir.
En sık gözlendiği yer damaktır bunu paranazal
sinüsler izler.
Paranazal sinüsler vakaların % 14-17 sini
oluşturur.
Lokal rekürrense ve uzak metastaza eğilimli olan
bu üölerde geniş cerrahi rezeksiyonlara
rağmen birden fazla olan rekürrens odakları ve
uzak metastazlar tipiktir.
16. Bu üölerin en önemli özelliklerinden biri
sık gözlenen perinöral yayılımdır.
Bu nedenle cerrahi sınır sağlamlığı dikkate
alınmadan bu tür hastaların uzun süre
yakın takipleri gerekir.
Uzak metastazlar en sık olarak akciğerlere
olur.
Rejyoner lenf nodu metastazı ise son
derece nadirdir.
17. ADENOKARSİNOM
Maksiller sinüs ve etmoid sinüs kanserleri içerisinde ikinci
derecede sıklıkla gözlenen üödür ve vakaların % 5-20
sini oluşturur.
En sık olarak etmoid sinüslerde ve yukarı lokalizasyonda
gözlenir.
Daha ziyade mesleksel ekspojur ile ilişkili olduğu
kanserojen tozların orta konka boyunca ilerlerken büyük
partiküllerin bu kısımlarda biriktiğine inanılır.
Yassı epitel hücreli karsinom ile aynı klinik bulgularla
seyreder.
Histolojik olarak düşük ve yüksek grade li olmak üzere iki
şekil vardır.
18. Bunların dışında, mukoepidermoid
karsinom, hemanjioperisitoma, malign
melanoma, olfaktuvar nöroblastoma
( estezionöroblastoma) ile başta osteojenik
sarkom ve fibrosarkom olmak üzere
değişik sarkom türleri, ile lenfomalar,
ekstkamedüller plazmositom ve metastatik
üöler gözlenebilir.
19. EVRELEME:
Çoğunlukla hastalığın ileri dönemlerinde tanınması
nedeniyle sıklıkla orijinin belirlenebilmesi mümkün
değildir.
Primer nazal kavite üöü ile nazal kaviteye yayılmış bir
sinüs üöünü ayırt etmek son derece zor olmaktadır.
Sınıflandırmaların çoğunun temelini 1933 yılında
Ohngren tarafından ortaya atılan ve iç kantusdan
mandibüla köşesine doğru uzatılan hayali hat
oluşturmaktadır.
Ohngren'e göre bu hattın üstünde kalan ve suprastrüktür
olarak tanımlanan bölgedeki lezyonların prognozu daha
kötü olmaktadır. Hattın altında kalan infrastrüktürdeki
yapıların ise çıkartılabilmesi daha kolaydır ve bu
bölgedeki kanserlerin prognozu daha iyidir.
21. Bugün için en sık kullanılan evreleme AJCC
nin önermiş olduğu TNM sınıflamasıdır. N
ve M değerlerinin belirlenmesi ve evreleme
diğer baş boyun kanserlerinde olduğu
gibidir. Sarkomlar, mitoz sayısı, selülarite
derecesi, stroma miktarı, matürasyon
derecesi, nükleer pleomorfizm ve nekroz
bulunup bulunmaması gibi parametrelere
bakılarak yapılacak grading ile
değerlendirilir.
22. MAKSİLLER SİNÜS KANSERLERİNDE T
DEĞERLERİ ( AJCC)
T1 Kemik duvarlarda erozyon olmadan sinüs mukozasında sınırlı
üö
T2 Alt yapılarda (sert damak, orta meatus) kemik erozyonu veya
destrüksiyonu ile birlikte olan üö
T3 Yanak cildi, maksiller sinüs arka duvarı, orbita tabanı veya
medial duvarı, ön etmoid hücrelerden her hangi birini tutan
üö
T4 Orbital içeriği ve/veya kribriform plate, arka etmoid hücreler
veya sfenoid sinüs, nazofarinks, yumuşak damak,
pterigomaksiller veya infratemporal fossa veya kafa kaidesi
oluşumlarından birini tutmuş üö
23. TEDAVİ
Sinonazal üölerin çoğu ( % 75 ) ileri evre (T3
ve T4 ) de tanınabilmektedir.
Bu lezyonların rezeksiyonu çok önemli bir takım
fonksiyon ve görünüm bozuklukları ile birlikte
olacaktır.
Yine kafa kaidesi ve orbita bölgesinde daha
belirgin olmak üzere hayati yapılara yakınlık
nedeniyle lokal kontrolün sağlanması zor
olacaktır.
Serilerin çoğunda vakaların % 60 ında nüks
olduğu bildirilmektedir.
24. Cerrahi
esas olan en-blok rezeksiyondur.
Cerrahi yaklaşım şekli hastalığın lokalizasyonu, uzanımı
ve histoloji ile ilişkili olarak belirlenir.
Frontal loba uzanım, prevertebral fasya tutulumu, iki
taraflı optik sinir, optik kiazma ve ileri kavernöz sinüs
tutulumu unrezektabilite kriterleri olarak kabul edilir.
Burun septumu lezyonları lateral rinotomi yapılarak geniş
lokal eksizyonlar ile çıkartılabilir.
İnvert papillomlar, burun yan duvarında lokalize diğer
patolojiler de medial maksillektomi uygun bir yaklaşım
olacaktır.
25. Total maksillektomi özellikle malign
patolojilerde standart cerrahi tekniktir.
Kafa kaidesi, arka grup etmoid sinüs,
sfenoid sinüs ,intrakranial mesafeye,
infratemporal fossaya ve orbitaya uzanım
özel yaklaşımları gerektirir.
Kraniyofasiyal rezeksiyon, maksillektomi +
orbital ekzenterasyon gibi girişimler gerekli
olabilecektir.
28. Rezeksiyon sınırları hastalığın lokalizasyonu ve
uzanımları ile hasta isteği tarafından
belirlenecektir.
Sıklıkla uygulanan tedavi şekli cerrahi sonrası
radyoterapi şeklindedir.
Orbitanın korunması amacıyla preoperatif
radyoterapi uygulanması da bazı yazarlarca
önerilmektedir.
Başlangıç tedavisinde kemoterapinin yeri
deneysel düzeydedir. Bunun dışında rekürrent
vakalarda, metastatik lezyonlarda ve unrezektabl
üölerde uygulanabilmektedir.
29. Cerrahi de önemli tartışmalardan biri orbital
tutulum ve orbital ekzenterasyon üzerinedir.
Sinüsler ile yakın ilişki içerisinde olan ve onlardan
ince kemik duvarlar ile ayrılmış olan orbita sinüs
malignansilerinde sıklıkla ilgili olmaktadır.
İnce kemik duvarların dezavantajına karşılık iç
periost veya periorbita üö invazyonuna son
derece dirençlidir.
30. Eskilerde kemik erozyonu olan vakalarda rutin
olarak uygulanan ekzenterasyon işlemi bu
günlerde periorbitayı geçerek periorbital yağ ve
adale tutulumuna yol açmış üölere
indirgenmiştir.
Vakaların % 10-20 sinde gözlenen pterigopalatin
çukur invazyonu lokal rekürrensler için önemli bir
faktördür.
Bu bölgede hem rezeksiyon zordur hem de
mevcut sinirler yoluyla olacak perinöral yayılım
önemlidir. Bazı yazarlara göre bu bölge tutulumu
lokal kontrol sağlanmasını engelleyen bir
durumdur.
31. Profilaktik boyun diseksiyonu rutin olarak
uygulanmaz.
Başlangıçta boyun metastaz oranı % 10
dolayındadır.
Rekürren hastalıkta ve ilerleyen sürelerde % 40
lara kadar çıkabilir.
Boyun diseksiyonu klinik ve radyolojik olarak
metastaz bulguları olan hastalarda yapılır.
Bu bölge lenfatikleri daha önce ifade edildiği
üzere retrofaringeal, submandibuler ve
jugulodigastrik nodlara olur.
32. RADYOTERAPİ
Cerrahi tedavi tek başına yalnızca ufak, kolayca ve
emniyetli bir şekilde cerrahi sınır elde edilebilecek
üölerde etkilidir.
Cerrahi sınırların tam olarak belirlenememesi nedeniyle
adjuvant radyoterapi genellikle endikedir.
Bu şekildeki bir uygulama ile yaşam oranlarında % 10-15
lik bir artış sağlanması mümkün olacaktır.
Tek başına radyoterapi ise kür sağlamaktan ziyade
palyasyon amacı ile gündeme gelebilir.
Tek başına radyoterapi ile 5 yıllık yaşam oranı % 23
lerde iken cerrahi ve postoperatif radyoterapi ile aynı
oran % 44 lere çıkmaktadır.
33. Palyatif yüksek doz radyasyon unrezektabl üölerde
tek başına % 10-15 oranında 5 yıllık yaşam oranları ile
birliktedir.
Preoperatif radyoterapinin postoperatif radyoterapiye
nazaran bir üstünlüğü gösterilememiştir.
Preoperatif radyasyon sonucu oluşabilecek yara
komplikasyonları artmakta, cerrahi sınırın belirlenebilmesi
zorlaşmaktadır.
Bugün için önerilen postoperatif radyoterapidir.
Ancak orbita ve duraya çok yakın ve ilişkili üölerde bu
kısmın sterilize edilerek orbital ekzenterasyon ve
kraniotomi yakpılmasının önüne geçilebilmesi amacı ile
kullanılabileceği kabul görmektedir.
34. Radyoterapinin göz ve SSS ne hasar vermeyecek
şekilde planlanması gerekir.
Yalnızca radyasyonla tedavi edilen hastaların %
12-20 sinde tek taraflı % 0-8 inde ise iki taraflı
görme kaybı saptanmıştır.
Diplopi ve diğer faktörlere bağlı olarak cerrahi
sonrası dönemde globun korunduğu vakaların %
10-20 sinde yararlı bir görme kalmadığı, bu
oranın radyasyon alanlarda iki misli olduğu ifade
edilmektedir.
35. KEMOTERAPİ
Kemoterapi genellikle çok ileri üölerin veya rekürrent
hastalığın palyatif tedavisi için kullanılmaktadır.
Baş boyun bölgesindeki diğer malignansilerde olduğu
gibi yassı epitel hücreli kanserlerde platin temelli,
glandüler orijinli malignansilerde ise doxorubisin veya
florourasil temelli protokoller kullanılmaktadır.
İntra-arteryel kemoterapinin umut vaat eden sonuçları
bildirilmektedir.
Rekürrens açısından risk taşıyan yani pozitif cerrahi sınırı
olanlar, perinöral yayılımı olanlar, boyunda
ekstrakakpsüler yayılmış hastalıkla olanlar ile cerrahi
açıdan risk taşıyanlar ve cerrahi tedaviyi kabul etmeyin
hastalarda kemoterapi ve radyoterapi kombinasyonlu
tedavi şemaları belirlenerek uygulanmaktadır.
37. Nazofarinks kanserleri özellikle Çin başta olmak
üzere Asya ülkelerinde sık gözlenen bir kanser
türüdür.
Kulak Burun Boğaz ile ilgili her türlü hastalık
semptomlarını gösterebilmesi ve bu bölgenin
muayenesi ve değerlendirilmesindeki zorluklar
nedeniyle özellikle erken dönemlerde sıklıkla
gözden kaçırılabilmektedir.
Nazofarinks koanalar yoluyla önde burun
boşluğuna, aşağıda orafarinkse, yanlarda torus
tubarisler ve östaki tüpü aracılığıyla orta kulağa
açılım gösterir. Yukarı ve arkaya doğru kafa
kaidesi ve üst vertebra cisimleri ile
sınırlandırılmıştır.
39. Kafa kaidesinde yer alan ve içlerinden önemli
damar ve sinirlerin yol aldığı pek çok foramen
nazofarinks ile çok yakın komşuluk içindedir.
Nazofarinks kanserlerinin en fazla orijin aldığı
Rosenmuller fossa (dış nazofaringeal reses)
torus tubarislerin üst ve arkasında olmak
üzere iki tarafta yer alır.
Nazofarinks stratifiye veya psedostratifiye
yassı epitelden yapılı bir mukoza ile örtülüdür.
Mukoza aynı zamanda minör tükrük bezleri ve
lenfoid doku içerir.
40. Epidemiyoloji
Nazofarinks kanseri en sık olarak ileri yaşlarda görülür ise
de her yaşta gözlenebilir.
Çin ırkında genetik bir yatkınlıktan söz edilebilir.
Genetik yatkınlığı işaret edebilecek muhtemel marker lar
olarak HLA-A2 ve HLA-B-Sin2 histocompatibility loci
belirlenmiştir.
Beslenme bozuklukları tek yönlü beslenme, enfiye ve
tütsü, nitrözaminler ve polisiklik hidrokarbon ekspojuru,
kronik nazal enfeksiyon ve nazofarinksin kötü
havalanması gibi faktörler suçlanan özellikler olmuştur.
Bugün için bazı nazofarinks kanserlerinin etyolojisinde
Epstein-Barr virüs ( EBV) enfeksiyonunun rolü olduğu
bilinmektedir. Virüs ile ilgili deliller üö hücrelerinin
içerisinde bulunmuş olup pek çok hasta EBV ne karşı
antikorları taşımaktadır
41. Klinik
1) NAZAL VE NAZOFARİNGEAL, burun
tıkanıklığı, burun kanaması ve rinolalidir.
2) OTOLOJİK, seröz otitis media semptomları ve
bulguları ile beraberdir. Bunları işitme kaybı,
uğultu, otofoni olarak söyleyebiliriz.
3) SERVİKAL SEMPTOMLAR, önce
parafaringeal, retrofaringeal lenf nodlarına daha
sonra juguler ve spinoaksesuvar zincire olan
lenfatik yayılımı ile ilişkili boyun lenf nodu
metastazlarıdır.
Tanı konulması aşamasında hastaların % 50
sinde bilateral, % 90 ında unilateral lenf nodu
metastazı mevcut olup % 40 vakada boyun kitlesi
ilk belirti olarak saptanmaktadır
42. 4) OFTALMO-NÖROLOJİK, Nazofarinks kanserinin kafa
kaidesine ve oradan özellikle foramen lacerum olmak
üzere çeşitli foramen ve fissürlerden kafa içerisine doğru
ilerlemesi sırasında tutulan kraniyal sinirler ile ilgili olmak
üzere;
Greater superfisizyel petrozal sinir tutulumuna bağlı göz
kuruluğu,
Trigeminal sinir tutulumuna bağlı yüzde hipo veya
hiperestezi,
Kavernöz sinüse uzanım veya superior orbital fissüre
yayılım sonrası III, IV ve VI sinir tutulumlarına bağlı
oftalmopleji, çift görme önemli bulgulardır.
Parafaringeal bölgedeki lenf nodları tutulumu sonrası
veya yaygın üölerde alt kraniyal sinir ( IX, X, XI ve
XII) tutulumu görülebilir.
Bu bölgede büyük damarlar çevresinde yer alan servikal
sempatik zincir tutulumuna bağlı olarak Horner sendromu
gelişebilir.
43. TEŞHİS
Fizikmuayenede, tam bir KBB ve boyun
muayenesi ile nörolojik muayene esastır.
Posterior rinoskopide özellikle Rosenmüller
fossada düzensizlik, ekzofitik bir kitle gözlenebilir.
Lezyonun saptanabildiği vakalarda biyopsi
yapılmalıdır.
Lezyonun kesin olarak belirlenemediği
durumlarda, radyolojik incelemelerden,
laboratuvar yöntemlerden yararlanılabilinir.
Genel anestezi altında hasta muayenesi ve yine
lezyon gözlenemez ise kör biyopsi alınması ile
devam edilir.
45. SINIFLANDIRMA
Günümüzde en son 1993 yılında WHO’ nun önerdiği
sınıflandırma kullanılmaktadır. Buna göre;
1- Skuamöz hücreli karsinom(WHO Tip 1)
2- Keratinize olmayan karsinom
– a-iyi diferansiye keratinize olmayan karsinom(WHO
Tip 2)
– b-indiferansiye karsinom(WHO Tip 3)
46. Kanser tipleri ile 5-yıllık yaşam oranları
arasında önemli bir ilişki vardır.
Tip I de bu oran % 10 larda iken Tip II de
% 50 lerdedir.
Ancak tip II hastalık kronik seyire eğilimli
olup başlangıç tedavisinden yıllar sonra
nüksler ile tekrarlayabilmektedir.
Bir başka önemli farklılık, tip II lezyonlarda
daha sık gözlenen EBV ne karşı antikor
saptanması ve üö hücreleri içerisinde
EBV DNA birlikteliğidir. Buna karşılık WHO
tip I kanserlerde human papilloma virüs
( HPV tip 11 ve 16) DNA’ sı gösterilmiştir.
47. Nazofarinks kanserlerinde, özellikle WHO tip
II de tanı ve prognoz tayininde
kullanabileceğimiz bir takım anti-EBV serolojik
testler mevcuttur.
Viral capsid antigen ( VCA) ya karşı IgA
antikorları veya erken antijen ( EA) ya karşı
IgG antikorlarının gösterilmesi gizli ve erken
hastalığın tanınmasına yardımcı olabilir.
Prognostik değeri olan bir başka önemli test
antibody-dependent cellular cytotoxicity
( ADCC) ölçümüdür.
48. TEDAVİ
Radyoterapi en önemli tedavi olarak yerini korumaktadır.
Klasik uygulama primer lezyon ve üst lenf nodlarını içine
alacak bir alana 6500-7000 cGy ışın verilmesi şeklindedir.
Boynun alt bölgelerinde de pozitif lenf nodları varsa bu
bölge de ışın alanı içerisine alınır.
Boynun negatif olduğu vakalarda da boyuna profilaktik
olarak ışınlama yapılır.
Brakiterapi eksternal ışınlamaya ilave olarak ve özellikle
de nüks vakalarda yararlı olabilecektir.
49. Nazofarinks kanserlerinde cerrahinin yeri geleneksel
olarak; biyopsi alınması, boyunda radyoterapiye rağmen
devam eden hastalık nedeniyle uygulanacak boyun
diseksiyonu ile sınırlı kalmıştır.
Son zamanlarda boyun hastalığının özellikle büyük
hacımlara ulaştığı vakalarda boyun diseksiyonunun
radyoterapi öncesine alınmasının yararlı olabildiği
anlaşılmış ve bu yönde girişimler başlatılmıştır.
Yine cerrahi tekniklerin ilerlemesi, kafa kaidesine oldukça
emniyetli girişim yollarının bulunması ve bu konuda elde
edilen ilerlemeler, erken sınırlı ve özelliklede
radyoterapiden daha az yararlanacağı düşünülen iyi
diferansiye üölerde primer üöe yönelik de bir
cerrahi girişimi gündeme getirmiştir.
50. Radyoterapiyi takiben gelişen seröz otitis medianın
tedavisinde miringotomi ve ventilasyon tüpü takılmasını
da nazofarinks kanserlerinde uygulanan cerrahi bir
girişim olarak sayabiliriz.
Kemoterapi, radyoterapiye adjuvan olarak veya birlikte
uygulanmaktadır. Konu ile ilgili değişik bulgular vardır.
Halen araştırma niteliğinde ve palyatif uygulamalar söz
konusu olup rutin olarak uygulanan bir protokol söz
konusu değildir. İmmünoterapi yaşam oranlarında bir
artış sağlamamaktadır. Ancak EBV ile ilişkili olan
şekillerde ilerde aşıların geliştirilebileceği umudu da
vardır.